Osmanlı’da Düşünce Akımları ve Amerika Örneği
Osmanlı Devleti İbn Haldun’un deyimiyle her devlet gibi doğma, büyüme ve yok olma sürecin tamamlamış bir devlettir. Osmanlı Devleti, bulunduğu coğrafya itibariyle birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, birden fazla ulusu bünyesi altında barındırmış ve birden fazla dini inancın yaşandığı bir devlet olmuştur. Bu devlet kurulduğu günden Yeniçağ’ın ortalarına kadar büyümesini, gelişmesini ve ilerlemesini başarmış, fakat sonra her devlet gibi gerilemeye ve zayıflamaya başlamıştır. İbn Haldun devletlerin insana benzetir. Her devlet tıpkı bir insan gibi doğar, büyür ve ölür. Osmanlı Devleti, çok geniş bir coğrafyaya hükmederken gerilemesi başlamış, yıkılması bile asırlar sürmüş olan büyük bir devlettir. Hiç şüphesiz ki siyasi, askeri, ekonomik ve içtimai hayatta Türk tarihinin ve İslam tarihinin zirve döneminin yaşandığı dönem Osmanlı devri olmuştur.
Osmanlı Devleti, Yakınçağ’da Avrupa’da meydana gelen hadiselerden istese de istemese de etkilenmiş, bazı siyasi ve içtimai politikalarını buna göre düzenlemek zorunda kalmıştır. Herkesin bildiği gibi Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımları dönem dönem Osmanlılarda etki bırakmış fakat genelde bu fikir akımları hak ettikleri gibi doğru değerlendirelememiştir. Örneğin tarihi bir olay yada olguyu değerlendirirken, geçmişi bugün gibi değerlendirirsek nasıl yanlış sonuçlara çıkıyorsak, bu fikir akımlarını değerlendirirken de bu zaman ve zemin farkını gözetmezsek, yanlış bir sonuca çıkmamız kaçınılmaz olacaktır.
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Osmanlı Devleti, bir cihan devleti olmasının yanısıra, zamanla “sömürge yapmayan” bir imparatorluk halini almıştır. Bir imparatorluk yönetilirken de devletin mefkûresini şahıslar gelişigüzel oluşturamaz, belirleyemez. Devlet, milletinin ve bünyesinde bulundurduğu ulusların hassasiyetlerini göz ardı edemez.
Osmanlı Devleti’nin sırasıyla önce Osmanlıcılık, sonra İslamcılık ve en nihayetinde Türkçülük akımlarından etkilenmesinin bir sebebi vardır.
Burada bir tırnak açacak olursak bu akımlar devletin ana mefkûresini değil, siyasi politikalarını ifade eder.
Öncelikle içerisini Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin teşkil ettiği bir devletin Osmanlıcılık akımından etkilenmesi ve onu yürürlüğe koyması gayet tabiidir. Kökü, kökeni, dini ve dili ne olursa olsun bütün bir tebaanın bir millet haline getirilmesini amaçlayan bu düşünce aslında Amerika’nın bir anayasaya dayanarak oluşturduğu “Amerikan” milletinin bir tezahürüdür. Gerçekten de Amerika’nın başardığı bu olay, Osmanlıların Amerikalılardan daha önce düşündüğü fakat uygulamaya geçiremediği bir durumdur. Yunan’ı, Bulgar’ı, Sırp’ı, Türk’ü, Kürd’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arap’ı, Dürzi’si vs vs akla hangi unsur geliyorsa hepsini birden birleştirecek ve bir Osmanlı millet yapısı ortaya koyacaktı. Fakat bu başarılamamış, Avrupa’nın kışkırtması ve dünyada yayılan milliyetçilik akımı neticesinde özellikle Hıristiyan unsurlar bağımsızlık mücadelelerinden vazgeçmemişlerdir.
Şimdi çok basit bir mantıkla düşündüğümüzde şu gerçeği görürüz;
Osmanlıcılık akımının tutmaması ve Hıristiyan unsurların ayrılmasıyla elde kalan Müslüman unsurların ayrılmaması için devlet İslamcılık politikası gütmeye başlamıştır. Tıpkı Balkanlarda olduğu gibi Arap yarımadasında da bir isyan ve müstakillik hareketler yaşanmaması için devletin böyle bir hamle yapması gayet tabiidir. Burada şunu anlamak lazım gelir;
İçerisinde Hıristiyan unsurlar varken devletin İslamcılık politikası, yani İslam kimliği üzerinden bir millet inşa etmeye çalışması gayet tabii yerinde olmazdı. Aynı şekilde Arap yarımadasının da dış destekle isyanlara başlaması ve ayrılması sonucunda devlet mecburen son ana unsuru olan Türk milleti üzerinden bir kimlik oluşturmaya çalışmış ve Türkçülük akımını devletin kademelerine nüfuz ettirmiştir.
Bu yazımızda anlatmak istediğimiz şey bu akımların gelişigüzel uygulanmadığı, dönemin şartlarına göre şekil aldığı hususudur. II. Abdülhamid tahta çıktığı ilk yıllarda da aynı bu tarz bir yöntem izlemiş, zamanın ve zeminin nabzına göre şerbet vermiştir. Ayrıca Amerika’nın çok zor bir işi başardığını, bir anayasa ile var olmayan bir milleti ortaya çıkarttığını da görmezden gelmemek gerekir.
Yorum Gönder