2. Mahmud Dönemi Siyasi Gelişmeler
1- Tahta Çıkışı ve Sened-i İttifak
Osmanlı Devleti’nin 30. Padişahı olan 2. Mahmud’u bir isyanla başa getiren kişinin Alemdar Mustafa Paşa olduğunu biliyoruz. Amcası 3. Selim’in yenilik ve reform düşmanları tarafından tahttan indirilmesi hasebiyle Sultan 2. Mahmud, saltanatının ilk döneminde uzun bir süre yenilik hareketlerini başlatmamış ve kendisini tahta çıkartan Alemdar Mustafa Paşa’ya boyun eğmek zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti’nde en üst makamlara kadar yükselen ilk ayan Alemdar Mustafa Paşa’dır diyebiliriz. Ayanların güçlenmesi ve Sened- i İttifakla birlikte Osmanlı padişahının ilk defa kendisinden başka bir otorite tanımasının sonucunda bazı yeni gelişmeler ortaya çıkmıştır. Amcası 3. Selim’in akıbetini de göz önüne aldığında sultan Mahmud’un ilk yıllarında neden durağan bir saltanat hayatı yaşadığı anlaşılabilir. [1]
İngiliz Magna Carta’sı ile karşılaştırılan ve benzetilen Sened-i İttifak ile Osmanlı padişahınıni kendisinden başka bir otoritenin varlığını kabul ettiğini söylemiştik. 2. Mahmud, daha şehzadeliğinde bile hayalini kurduğu yenilikleri ve modernleşmeyi hayata geçirebilmek için devletin merkezden tam bir otorite ile yönetilmesini düşünüyordu. [2]
Sultan otoriteyi eline aldıktan sonra Devletin önemli bölgelerinde birçok isyan hareketleriyle karşı karşıya gelmiş ve onlarla uğraşmaktan dolayı bir türlü istediği sonuca varamamıştır diyebiliriz. Zaten daha tahta çıkar çıkmaz kendisini devam eden bir Osmanlı-Rus savaşının içerisinde bulmuştur.
2- 1806 – 1812 Osmanlı – Rus, İngiliz Savaşı ve Bükreş Muahedesi
Rusya’nın “güneye inme” siyasetine devam etmesi, şark meselesi ile ifade edilen politikanın, Osmanlı Devleti’ni parçalamak olması ve Rusya’nın Balkanlarda kendisine tabi devletler inkişaf ettirmeye çalışmaları bu savaşın sebepleri arasında sayılabilir. Napolyon’un Mısır’ı işgalinden sonra Osmanlı – Fransız ilişkilerinin hızla düzeldiğini biliyoruz. Napolyon’un Avrupa’da ki başarılarının, ilişkileri düzeltmek konusunda Osmanlı tarafına bir yakınlık sağladığını da söyleyebiliriz. Bu tarihlerde Rusya’yı güneyinden de sıkıştırmak isteyen Fransa’nın, Osmanlı Devleti’ni Rusya’ya karşı sürekli kışkırtma politikası uyguladığını ifade etmek gerekir. Zaten Rus baskısından kurtulmak için çareler arayan Osmanlı Devleti, Fransa’ya güvenmiş ve bazı girişimlerde bulunmaya başlamıştır. İlk olarak Fransa’nın isteği üzerine Rus yanlısı olan Eflak ve Buğdan beylerini görevden almış olan Osmanlı hükümeti, aynı yılda boğazları Rus gemilerine kapattığını açıkladı. Rusya’nın açık savaş tehdidi üzerine Eflak ve Buğdan beylerine görevleri geri verilse de Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan edip Eflak ve Buğdan’ı işgal etti. 1808 – 1812 Osmanlı – Rus savaşı böylece başlamış oldu. Rusya ile savaş halinde iken İngiltere’nin Fransa’ya karşı müttefik olarak gördüğü Rusya’ya yardım amacıyla donanmasını İstanbul Boğazı’na göndermesiyle payitahtta büyük bir korku ve heyecan hâsıl olmuştur. Lakin karaya asker çıkartamamaları sonucunda ciddi bir gelişme kat edemeyen İngiliz donanması buradan çekilmez zorunda kalmıştır. [3]
Savaş devam ederken Osmanlı ordusunun yaşlı, savaş bilmez ve isteksiz insanlarla dolu olması, Fransa’dan beklenen desteğin gelmemesi ve ayanların iyi askerlerini savaşa göndermemeleri nedeniyle savaş boyunca Osmanlı Devleti savunma durumunda kalmış ve Fransa’nın itirazlarına rağmen barış teklifinde bulunmuştur. 1812 yılında Bükreş Muahedesi imzalanmış ve anlaşma gereğince Osmanlı Devleti Sırplara bazı imtiyazlar verilmesi kabul edilmiştir.[4] Nitekim bu imtiyazların daha sonra isyan hareketlerine nasıl yol açtığını ilerleyen bölümlerde göreceğiz.
3- Sırp İsyanı ve Ayanlarla Mücadele
Bükreş Anlaşması ile Sultan 2. Mahmud rahat bir nefes alma imkanı bulmuş ve taşradaki hükümet otoritesini güçlendirmek için çalışmalara başlamıştır. İlk başta ayanların sayısını barışçıl yollarla azaltmayı hedeflemiş ve unları devlet hizmetine başka memuriyetlere atama yolunu seçmiştir. Verilen yeni görevlerini kabul etmeyen ayanların üzerine ordular gönderilerek ıslah edilmeye çalışıldığını ve bu sayede yeniden Osmanlı hükümetinin taşra üzerinde otorite sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Bu sırada Balkanlarda ilk milli nitelik taşıyan isyan Sırplar tarafından inkişaf ettirildi. Sırp İsyanı ilk başta mahallî yeniçerilere ve ayanlara karşı bir direniş olarak ortaya çıksa da ilerleyen süreçte Kara Yorgi’nin başını çektiği milli bir isyan halini almıştır.[5] İlerleyen yıllarda Rusya’nın da isyana destek vermesi ve en nihayet gelinen noktada Osmanlı Devleti, Sırbistan’ın ayrıcalıklı bir prenslik haline gelmesini kabul etmesiyle son bulmuştur. [6]
4- Mora Ayaklanması ve Rum İsyanı
Yunanlıların bağımsızlık için isyan hareketlerinde bulunmalarının çeşitli sebepleri vardır. Bunlarda bir tanesi İstanbul’un fethedildiği günden itibaren Rumların ve özellikle din adamlarının hoşgörü ile karşılanmasıdır diyebiliriz. Bu hoşgörü tavrı sonucunda Ortodoks papazlarının, Rum tebaa üzerinde başlangıçtan beri dinî ve sosyal bir liderlik oluşturduklarını ifade etmek gerekir. Osmanlı Devleti’nin bu hoşgörü tutumu siyasi yönetim konusunda da aynen geçerliliğini korumuştur. Bittabi bunun da neticesi olarak yerel yöneticiler, Ortodoks tebaanın lideri konumuna gelmiştir. Yıllar içinde Fransız İhtilali’nin getirdiği fikirlerden etkilenen Rumları, elbette başta Rusya olmak üzere diğer Avrupa devletlerinin de kışkırttığını ifade etmek gerekir. İlerleyen yıllarda Etniki Eterya derneği veya örgütü kurulmuş, Rumların ayaklanması için gerekli olan para ve silah ihtiyacını karşılamaya çalışmış ve gerekli propaganda faaliyetlerini yürütmüştür. Aleksandr Ypsilanti bu derneğin başkanı seçilmiş ve başlayan Yunan ayaklanmasına öncülük etmiştir. Rusya Osmanlı Devleti’ne ültimatom verip Yunanların haklarının tanınmasını istese de başka bir devletin desteğini alamadığından İngiltere’nin karşısına çıkmaya cesaret edememiş ve bir savaşı göze alamamıştır. Lakin kısa bir süre sonra İngiltere hükümeti politikasından vazgeçmiş, Rusya’ya minnettar bir Yunan Devleti’ndense İngiltere’ye bağlı bir Yunan Devleti’nin kurulmasını karar kılmıştır. Mehmed Ali Paşa’nın da yardımıyla Osmanlı Devleti, Mora’daki ayaklanmayı durdurmayı başarsa da artık Yunan İsyanı milletlerarası diplomasinin bir sorunu haline gelmiştir. Ve nihayetinde gelinen noktada Yunanistan, Osmanlı Devleti’ne vergi veren fakat iç işlerinde bağımsız, özerk bir devlet olarak tanınmıştır. [7]
5- Yeniçeri Ocağının Kaldırılması ve Navarin Hadisesi
Kurulduğu tarihten itibaren Yeniçeri Ocağı, bizzat Osmanlı padişahına bağlılık göstermiş ve devletin girdiği savaşlarda belki de en önemli rolü üstlenmiştir. Ancak endüstri devrimi sonrasında Avrupa devletleri, ordularını büyük teknik ve lojistik başarıları ile desteklemiş, böylece Osmanlı ordusuna savaş meydanlarında galebe çalmağa muvaffak olmuşlardır. Osmanlı devlet adamları ve bazı padişahlar, bu gelişmeleri takip edememiş ve orduyu istenilen düzeye getirmek bir türlü başarılamamıştır. Üstüne Yeniçeri Ocağı’nın yozlaşıp, savaşta ve barışta başına buyruk hareket etmesi en sonunda Ocak 1826 yılında 2. Mahmud’un ocağı ortadan kaldırmasıyla son bulmuştur. Başka bir hazır ordusu olmayan Osmanlı Devleti, ocağın kaldırılmasıyla adeta savunmasız kalmış ve bunun sıkıntılarını gidermekte epey zorlanmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin, Avrupa teknolojisini çok gerilerden takip ettiği için yeni kurulacak olan orduda dahi istediği başarıyı sağlayamadığını söyleyebiliriz.[8]
Yukarıda Rum Ayaklanması ve Mora İsyanı’nın nasıl milletlerarası bir konuma getirtildiğini ifade etmiştik. Osmanlı Hükümeti, Londra Antlaşması'nın[9] hükümlerini kendi iç işlerine karşı bir müdahale olarak gördüğünden antlaşmayı kabul etmemiştir. Bunun üzerine Rusya, İngiltere ve Fransa Akdeniz’deki filolarına Mora’yı abluka altına almalarını ve Osmanlı güçlerine bir mütareke imzalatmak görevini verdiler. Lakin İngiliz amirali Cardington tarafından, İbrahim Paşa’ya yapılan mütareke teklifi hemen geri çevrilmiştir. Bunun üzerine üç amiralin önce ültimatom göndermiş ve Osmanlı donanmasını batırmak amacıyla savaş ilan etmiştir. Girişilen deniz muharebesinde padişahın ve Mehmed Ali Paşa’nın savaş gemileri batırılmıştır.[10]
6- 1821-1823 Osmanlı – İran Savaşı
Osmanlı Devleti’nin iç ve dış birçok problemle uğraşmasını fırsat bilen İran, Rusya’ya kaptırdığı topraklarının yerini Osmanlı Devleti’nin topraklarıyla telafi etmek istediğini ifade edebiliriz. Osmanlı Devleti’nin Batı’da uğraştığı sıkıntılar ne kadar arttıysa, İran’ın da cesareti ve Osmanlı topraklarına tacizi aynı oranda artmıştır. Sınırları aşarak Osmanlı topraklarına tacize başlayan İran’a karşı Osmanlı Devleti bir savaşa girmek istemiyordu. Bunun da sebebi Batı’da uğraştığı Yunan İsyanı idi. İran ise kendi lehine savaşın tam da zamanı olduğunu düşündüğünden Rusya’nın da kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. İki ayrı bölgeden harekete geçen İran ordusunu çıkan kolera salgını mahvetmiş ve İran barış yapmaya mecbur kalmıştır. Erzurum’da yapılan barış görüşmelerinde eski sınırlar ve anlaşmalar esas alınarak bir andlaşma imzalanarak savaşa son verilmiştir.[11]
7- 1828 – 1829 Osmanlı – Rus Savaşı
Karadeniz, Akdeniz ve Mora ile yakından ilgilenen Rusya, Navarin’de Osmanlı donanmasının batırılmasını, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ve Navarin’den sonra Osmanlı hükümetinin İngiltere ve Fransa ile ilişkilerini zayıflatmasını fırsat bilmiş, yüzyıllardır halletmeye çalıştığı Şark Meselesi’ne bir müdahale imkanı bulduğundan Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. [12]
Savaş başladığında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından henüz iki yıl geçmiş olduğundan düzenli ve tam tekmil bir Osmanlı ordusundan bahsedememekteyiz. Ayrıca Navarin hadisesinden sonra donanması yakılan Osmanlı Devleti’nin, Rusya karşısında daha savaş başlamadan geri kalmışlığından bahsetmek gerekir. Savaş iki yönlü olmuş, Trakya’da Ruslar Edirne’ye kadar gelmiş ve Doğu’da Kars, Ahıska, Anapa ve Erzurum’da düşman eline geçmiştir. Osmanlı Devleti’ni toptan bir yıkılıştan, İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin Rusya’nın ilerleyişinden rahatsız olmaları kurtarmıştır diyebiliriz. Rusya’da ortaya çıkan bazı karışıklar da bu durumlara eklenince, Rusya da barışa ikna olmış ve Edirne Barış Andlaşması imzalanmıştır. 1828-1829 Osmanlı – Rus Savaşı, 93 Harbi’nin adeta bir provasıdır diyebiliriz. Edirne Andlaşması ile Osmanlı Devleti, Kaynarca’dan sonra imzaladığı en ağır andlaşmayı kabul etmek zorunda kalmıştır.[13]
8- Fransa’nın Cezayir’i İşgali
Fransa’nın Cezayir’i işgaline bakmadan önce, uzun yıllar Cezayir bölgesini ele geçirmeye çalıştığının altını çizmek gerekir. 17. Yüzyılda birçok kez Cezayir’i işgal etmek için harekete geçen Fransa, her defasında da bir başarı elde edememiştir. Ancak 19. Yüzyılın başlarında Fransa, açık denizlerde tekrar üstün duruma gelmek ve Akdeniz’de önemli bir sömürgeye sahip olmak amacıyla tekrar Cezayir’e göz dikmiştir denilebilir. Aradığı fırsatı da Cezayir Dayısı İzmirli Hasan Paşa’nın politikasını ve bazı hareketlerini bahane ederek bulmuştur. Eski bir alacak verecek meselesi yüzünden Cezayir Dayısı’nın Fransa’ya karşı bazı önlemler almaya başlaması ve Fransız büyükelçisinin yüzüne yelpaze ile vurmasını savaş sebebi sayan Fransa, 16 Haziran 1827’de Cezayir’e savaş ilan etmiş ve Osmanlı Devleti’ne bir nota vererek durumu bildirmiştir. [14]
Fransa’nın Cezayir üzerine harekete geçmesi Osmanlı Devleti’ni güç durumda bırakmış olsa da devlet, Yunan Ayaklanması ile uğraştığından ve Navarin’de donanması batırıldığından ötürü doğrudan bir müdahale imkânı bulamamıştır. Cezayir’i işgal hareketine başlayan Fransız ordusu, Cezayir kıyılarına çıktıktan sonra bir süre ilerleyememişlerdir. Burada Dayı Hüseyin Paşa’nın güçlü bir direnmesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bunun üzerine Fransızlar 12 Haziran 1830’da 16.000 kişilik bir kuvveti Cezayir kıyılarına çıkarttılar. 5 Temmuz’da ise Cezayir teslim olmuş, Fransa ile Dayı Hüseyin Paşa arasında bir konvansiyon imzalanmıştır. Bununla birlikte Fransızların uzun yıllar boyunca Cezayir’i tamamen kontrol altına alamadığını ancak 19. Yüzyılın sonlarına doğru bunu başarabildiklerini ifade etmek gerekir.[15]
Kaynakça
1- Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkılâp Kırım Muharebesinden II. Abdülhamid Han’ın Cülûsuna Kadar, Selis Kitaplar, İstanbul 2005.
2- Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Arkadaş Yayınevi, Ankara 2019.
3- Rifat Uçarol, Siyasi Tarih 1789-1914, Der Yayınları, İstanbul 2019.
4- Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi 5. Cild, TTK Basımevi, Ankara 1994.
5- Tufan Gündüz (ed.), Osmanlı Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara 2013.
6- Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi 1789-1914, Timaş Yayınları, İstanbul 2016.
7- Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan Günümüze İmge Kitabevi, Ankara 2020.
8- Turgut Özcan, Sosyal ve Ekonomik Etkileri Açısından 1828-1829 Osman – Rus Savaşı, Yason Yayınevi, Ankara 2014.
[1] Ayrıntılı Bilgi İçin Bakınız. Ahmet Mithat Efendi, Üss-i İnkılâp Kırım Muharebesinden II. Abdülhamid Han’ın Cülûsuna Kadar, Selis Kitaplar, İstanbul 2005, s.43.
[2] Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, trc. Çeviren Boğaç Babür Turna, Arkadaş Yayınevi, Ankara 2020, s.109.
[3] Rifat Uçarol, Siyasi Tarih 1789 – 1914, Der Yayınları. İstanbul 2019, s. 85-86.
[4] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi 5. Cild, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1994, s.100.
[5] Tufan Gündüz (ed.), Osmanlı Tarihi El Kitabı, Grafiker Yayınları, Ankara 2013, s.458-459.
[6] Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 106.
[7] Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi 1789-1914, Timaş Yayınları, İstanbul 2016, s. 189-190.
[8] Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan Günümüze, İmge Kitabevi, 33. Baskı, Ankara 2020, s.191-192.
[9] Ayrıntılı Bilgi İçin Bakınız. Enver Ziya Karal, a.g.e., s.117.
[10] Enver Ziya Karal, a.g.e., s.118.
[11] Rifat Uçarol, a.g.e., s.183.184.
[12] Tuğrul Özcan, Sosyal ve Ekonomik Etkileri Açısından 1828-1829 Osman-Rus Savaşı, Yason Yayınevi, Ankara 2014, s. 20.
[13] Enver Ziya Karal, a.g.e. 5. Cild. s. 120.
[14] Rifat Uçarol, a.g.e., s. 51.
[15] Fahir Armaoğlu, a.g.e., s. 202-203.
Yorum Gönder