Güzîde Tarih

Trablusgarpın İşgali



 
TRABLUSGARP’IN İŞGALİ

“Şark Meselesi” kapsamında birçok Avrupalı devletin, Osmanlı Devleti’nin topraklarının parçalanması konusunda bir siyaset belirlemiş ve bu hususta çeşitli stratejiler yürüttükleri biliyoruz. Özellikle 1878 Berlin Antlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin parçalanması nihayet gerçekleşmiş ve hemen her devlet istediği payı siyasi, jeopolitik veya iktisadi anlamda almıştır. İtalya ise diğer Avrupalı devletler gibi emperyalist hayaller ve hedefler içinde bulunmuş fakat istediği payı Berlin’de alamamıştır. Bilindiği üzere Fransa Cezayir’i, İngiltere Mısır’ı işgal etmiş, hem kendilerine yeni sömürgeler kazandırmış hem de diğer sömürge yollarını korumaya almışlardır. İtalya’ya ise hemen yanı başında duran Trablusgarp vilayeti ve Bingazi (Cyrenaika) sancağı kalmış bulunuyordu. İtalya zaten daha önceden de bu topraklara gözünü dikmiş, hem askeri hem de ekonomik yatırım ve hazırlılarını yapmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin ise II. Meşrutiyet’in ilanından beri süregelen iç kargaşalarla uğraşmakta olduğunu, dışarıda yapılan toprak taksimini engellemek için bir politika sürdüremediğini söyleyebiliriz. Hatta Sadrazam Hakkı Paşa, İtalya Devleti’nin Trablusgarp’a veya herhangi bir Osmanlı toprağına karşı bir harekatta bulunmayacağından gayet emin bir şekilde “İtalya’nın savaş ilan etmesinden üç gün önce” mecliste yaptığı bir konuşmada, Türk – İtalyan ilişkilerinin gayet dostane bir şekilde ilerlediğini, İtalya’nın kesinlikle Trablusgarp ya da başka bir Osmanlı toprağına saldırı yapmayacağından emin olduğunu ifade etmiştir. Yeni kurulan hükümetin giriştiği diplomasi trafiği de devletin hem çaresizliğini hem de dünya siyasetini takip etmediğini göstermektedir. Bu konuya ilerideki bölümlerde ayrıntılı değineceğiz. Osmanlı Devleti’nin bölgeye odu göndermek gibi bir durumda olmadığını, fakat İslam topraklarının direnmeden düşmana telsim edilmesinin de asla kabul edilemez olduğunu düşündüğünü ifade etmek gerekir. Bu nedenle birçok bölgede yardımlar toplanmış ve Trablusgarp’a gönderilmeye çalışılmıştır. Osmanlı Devleti’nin en son adlığı karar ise bölgeye gönüllü subaylarını gönderip, oradaki yerli halk ile İtalyanlara karşı bir direniş başlatmak oldu. Gerçekten de Senûsiyye tarikatı ve şeyhi Seyyid Ahmed Şerîf’ten istenilen duruş tamamıyla yerine getirilmiş ve hatta Osmanlı Devleti bölgeden çekildikten sonra bile Trablusgarp yerlileri, İtalyanları uzun süre şehrin içlerine girmelerini engellemiş, sahil bölgelerinde tutmuştur. Enver Paşa’nın komutayı devraldığı bölgede bir başka gönüllü isim ise Mustafa Kemal’dir. Gerçekten de gönüllü subaylar bölgede iyi bir direniş hareketi başlatmışlar fakat destek kuvvetin gelmeyişi ve Balkan Savaşları’nın çıkması üzerine bölgeyi terk etmişlerdir. En nihayet gelinen noktada 18 Ekim’de Lozan yakınlarındaki Uşi (Ouchy) kasabasında bir barış antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmanın ayrıntılarına ve savaşın sonuçlarına da ilerleyen bölümlerde değineceğiz.

 1- Şark Meselesi

Şark meselesi, tabir olarak ilk defa 1815 tarihinde Viyana’da yapılan bir kongrede dile getirilmiş ve daha sonraki dönemlerde Avrupa devletlerinin, adeta mefkûre haline getirdiği bir politikaya dönüşmüştür. Rus İmparatoru ve diplomatlarının ilk etapta Hıristiyan unsurlara dikkat çekmek için kullandığı bu tabirin, zamanla siyasî, sosyal, ekonomik ve tarihî bir boyut kazandığını söyleyebiliriz. İlk kullanıldığı tarihten itibaren “Şark meselesi” kavramı, Avrupalı diplomatların literatürlerine hemen girmiştir. “Şark Meselesi” kavramı ile ifade edilen veya anlatılmak istenen olay veya olguların tarih boyunca sürekli değiştiğini, “Şark Meselesi” ile alakalı bir araştırma yapılacağı zaman, tarihin ve zamanın, kavram üzerindeki etkisini unutmamak gerekir. Şark Meselesi kavramı ile bazen Hıristiyan unsuların durumu kastedilirken bazen belli bir bölgeden çıkartılmak istenen Müslümanlar/Türkler işaret edilmiştir. “Şark Meselesi” kavramı bazen hedeflenen bir ekonomik sonucu ifade ederken başka bir tarihte jeopolitik bir stratejiyi ifade edebilir. Ayrıca unutulmaması gereken bir konu da Avrupalı devletlerin geçmişte elde ettikleri imtiyazları kullanarak ve “Şark Meselesi” ile gayrimüslim tebaanın haklarını korumak bahanesiyle sürekli Osmanlı Devleti’ni, kendi istekleri noktasında hareket etmeye zorlamalarıdır. Bu sayede elde ettikleri iktisadi ve siyasi imtiyazları daha fazla genişletmişler, hedeflerine her geçen gün daha fazla yaklaşmışlardır. İlerleyen süreçte insanlığın geliştirdiği teknoloji ve bu teknolojiyi kullanmak için ihtiyaç duyduğu yer altı kaynaklarının ve doğal zenginliklerin, Osmanlı Devleti’nin topraklarında büyük ölçüde bulunması, devletlerin Şark politikalarının değişmesine ya da gelişmesine yol açtığını söyleyebiliriz. Avrupa’da en güçlü siyasi, iktisadi ve askeri konumda bulunan İngiltere, kendi menfaatleri doğrultusunda kimi zaman Osmanlı Devleti’ni desteklemiş, kimi zamanda Rusya’yı atacağı adımlar hususunda cesaretlendirmiştir. Görülmektedir ki İngiltere, “Şark Meselesi”nin siyaset merkezinde konumlanmaktadır. Gelenekselleşmiş olan Hindistan yolunu korumak ve sonralarda keşfedilen Ortadoğu zenginliklerini muhafaza etmek İngiltere’nin ana politikalarını teşkil eder. Viyana’dan sonra gerilemeye başlayan Osmanlı Devleti, eski gücünde olmadığı için bu politikalar ve entrikalar karşısında “muvazene sistemi” ile ayakta kalmaya çalışmış ve bu politikasını yıkılışına kadar devam ettirmiştir. Peki yukarıda bahsettiğimiz “Şark Meselesi” ya da “Şark Sorunu” ile İtalya’nın nasıl bir ilişkisi söz konusudur? İtalya diğer Avrupa devletlerinden daha sonra birliğini kurmuş ve daha geç yükselişe geçmiş olmasına rağmen, o da devletini geliştirmek ve yeni sömürgeler bulmak arayışında olmuştur. Bu sebeple kendisine en yakın olan hatta işgal edilmemiş tek Osmanlı toprağı olan Trablusgarp’ı hedef olarak gözetmiştir.

 2- Savaş Öncesi Osmanlı Devleti

Trablusgarp Savaşı öncesi Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulundu durumun tam anlamıyla siyasi ve ekonomik kaos olduğunu söyleyebiliriz. 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilmiş ve hemen akabinde 24 Temmuz’da ise II. Abdülhamid Anayasayı yeniden yürürlüğe geçirmiştir. Çok kısa bir süre sonra da 31 Mart Vakası meydana gelmiş, 21 Nisan 1909’da İstanbul’a gelen Hareket Ordusu ayaklanmayı bastırmış ve ardından sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirilerek yerine kardeşi V. Mehmed Reşad tahta çıkartılmıştır. Bu olaydan sonra yönetimi her geçen gün daha fazla eline alan ittihatçılar kendi aralarında, partiyle, meclisle ve sarayla olan çatışmalarından ötürü, iç ve dış politikaya dair oturaklı bir seyir izleyememişlerdir. İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesinde Rusya ile olan münasebeti ve zamanla yakınlaşmalarının önemli bir etkisi olmuştur. Bosna Hersek’in Avusturya tarafından ilhak edilmesini çıkarları gereği istemeyen İtalya ve Rusya, ilhak sonrası daha da yakınlaşmışlar ve 1909 anlaşmasını imzalamışlardır. Balkanlar bu yıllarda adeta kaynamaya başlamış bulunuyordu. Osmanlı Devleti’nin kurulduğu topraklarda artık Devlet-i Aliyye’den ayrılmak isteyen unsurlar bulunuyor, yabancı devletler tarafından da birçokları hem gizli hem de açıktan olmak üzere destekleniyordu. İttihat ve Terakki yönetimi, Balkanlar’da sükunet ve huzurun hakim kılınması için bazı uygulamaları hayata geçirmiş fakat bu gelişmeler II. Abdülhamid’in uzun zamandır takip ettiğini “Balkanlardaki unsurların kendi aralarında yaşadıkları kavgaları desteklemek ve kışkırtmak” politikasına tamamen ters düşmüş ve bölge unsurlarının aralarındaki kavga ve tefrika sona erince, doğal olarak birlik halinde Osmanlı Devleti’ne karşı cephe almışlardır. Aynı şekilde Arap vilayetlerinde de durumun çok farklı olmadığını, ayrılıkçı birçok isyan girişiminin yaşandığını söyleyebiliriz. Doğu’da Ermeniler de henüz bir isyan hareketini başlatmamışlarsa da Osmanlı Devleti’nden ıslahat isteyen taleplerde bulunmaya başlamışlardı.(1) Öte yandan Osmanlı Devleti, uzun yıllar denge siyaseti izlemiş ve İngiltere’nin, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruma politikası” sayesinde varlığını sürdürmüştür. Fakat İngiltere’nin Mısır’ı işgalinden sonra bu politikasına son verdiğini, Fransa’nın Fas’da, İtalya’nın Trablusgarp’da olan plan ve faaliyetlerine destek verdiğini söyleyebiliriz.

Osmanlı Devleti’nin gazetelerinde artık savaş çanlarının çaldığını fakat sadrazam Hakkı Paşa’nın buna ısrarla kulak kapattığını söyleyebiliriz. Hakkı Paşa sürekli İtalya’dan emin olduğunu, savaşın çıkmayacağını söylüyor, siyasi ve askeri herhangi bir hazırlık içerisine girmiyordu. En nihayet 23 Eylül’de İtalyanlar bir ültimatom göndererek Osmanlı Devleti’ne bir gözdağı vermek istediyse de, Osmanlı Devleti’nin yöneticileri hala daha bir savaşın çıkacağına inanmamış, ültimatomu yumuşak ve nazik bir dille geri çevirmiştir. Fakat 28 Eylül günü İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne verdiği ültimatomda, İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmeye karar verdiğini, Osmanlı Devleti’nin bunu kabul edip işgale karşı bir direniş hareketine girişmemesi istenmişti. Bu ültimatom, Ramazan Bayramı’ndan bir önceki güne denk gelmiş, bayramlaşma töreninde devlet erkanın yüzleri asık, ne yapacağını bilmez hale düşmelerine sebep olmuştur. Hakkı Paşa’nın gerçekten de devletlerarası siyaseti iyi takip edemediği, bu olayda çok büyük hataları olduğu söylenebilir. Bayramlaşmanın ardından Hakkı Paşa istifasını sunmuş yeni gelen Sait Paşa da yaşanan hadiselerin değiştirilmesinde bir rol oynayamamıştır.(2)

İtalya’nın 29 Eylül 1911’de yayınladığı ültimatom ve sonrasında bölgeye uyguladığı işgal öncesi Trablusgarp, üç buçuk asırdan beri Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde bulunuyordu. Şunu da belirtmek gerekir ki Osmanlı Devleti, Trablusgarp’ı Kanuni Sultan Süleyman devrinde ele geçirmiş ve orada farklı özellikleri olan bir yönetim anlayışı uygulamaya başlamıştı. Fakat asırlar boyunca Osmanlı Devleti gücünü klasik çağında olduğu gibi muhafaza edememiş, doğal olarak İstanbul’a bu kadar uzak olan bir vilayetin de kontrolü tam manasıyla sağlanamamıştır. Dönem dönem bölge yöneticileri Osmanlı Devleti’nin adını kullanarak korsanlık yapmak cesaretini dahi göstermişlerdir. Son dönemde Trablusgarp vilayetinin kendi kaderine terk edildiğini, devletin bölgeye dair ekonomik, sosyal ve iktisadi politikalar uygulamadığı veya uygulayamadığını söyleyebiliriz. (3)

3- Savaş Öncesi İtalya

1911 Yılının, İtalya’nın kraliyet ilanının 50. Yılına denk geldiğini göz önünde bulundurursak, ülke içinde milli bir heyecan yaşandığını ve Trablusgarp üzerindeki eski iddialarının tekrardan gün yüzüne çıktığını veya çıkartıldığını kolaylıkla anlayabiliriz. Devletlerde hükümeti devralan iktidarlar, bazen iktidarlarını güçlendirmek bazen de kamuoyunu rahatlatmak için muhalefetin isteklerine ve propagandalarına kulak verirler. İtalya’da da Giolitti’nin cesur reformlara giriştiğini ve yukarıda bahsettiğimiz gibi milliyetçi muhalefet gruplarının tatmin edilmesi için Trablusgarp meselesini tekrardan gündeme getirmiştir. Bu öyle bir hamle olacaktı ki, milliyetçiler İtalya’nın Eski Roma’nın Akdeniz siyasetini hatırlayacak, Katolikler İslam dünyasına karşı bir zafere doğru koşacaktı.(4)

Ayrıca İtalya, 1870 yılında siyasi birliğini kurmuş, kendisine hem kuzeyinde bulunan Avusturya-Macaristan topraklarında İtalyanca konuşulan yerleri, hem de Dalmaçya kıyılarını ele geçirerek burayı bir iç deniz haline getirmeyi hedefleri arasına koymuştur. Diğer taraftan nüfusunun artışını düzenlemek, artan nüfusunu yerleştirebileceği, onlara iş imkanı sağlayabileceği ve henüz gelişmekte dahi olsa var olan sanayisine hammadde kaynakları ile pazar yerleri bulabileceği sömürgecilik arayışını da girmişti. Bu sebeple kendisine ilk olarak Osmanlı Devleti’nin bir toprağı olan Tunus bölgesini hedef olarak kabul etmişse de Fransa’nın Tunus’u işgal etmesinden sonra henüz siyasi ve askeri gücü yüksek olmadığından ötürü bu defteri kapatan İtalya, İngiltere’nin de Mısır’ı işgal etmesinden sonra gözünü Trablusgarp topraklarına çevirmiştir. Bölgede var olan güç dengesinin farkında olan İtalya hükümeti, yalnız başına bu işe girişmekten çekinmiş ve başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa devletiyle anlaşmalar yapmıştır.(5)

Lakin bölgede yaşanan gelişmeler birbirini takip etmiş, güç ve siyaset dengeleri sürekli değişmiştir. Bir ara Habeşistan çıkartması yapmak isteyen İtalya, burada ağır bir yenilgi alıp bu sefer de Fransa ile bir anlaşma yapmak yoluna gitmiştir. Müttefiki olarak gördüğü Avusturya-Macaristan’ı aslında tek gerçek tehlike olarak da gören İtalyanlar, Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhakından sonra aradaki bağları tamamen koparmış ve bu sefer de Rusya ile yakın temaslar kurmaya başlamıştır. Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmesi, Rusya’yı da rahatsız etmiş ve İtalya ile ilişkilerin giderek artmasına doğrudan etki etmiştir. Rus Çarı II. Nikola ile İtalya Kralı III. Victor-Emmanuel’in 1909’da yaptığı görüşmenin ardından iki devlet yine 1909 yılında Racconigi Antlaşmasını imzalamıştır.

4- Savaşın Başlaması

Daha önceki bölümlerde bahsettiğimiz Avusturya’nın Bosna-Hersek’in ilhak etmesinden sonra Rusya, boğazlar konusunda istediği siyaseti izlemek ve Osmanlı Devleti’ne yönelik baskıları arttırmak adına bölgede Avusturya dışında bir başka devleti desteklemeye mecbur kalmıştır. İtalya’da aynı Sırbistan gibi Avusturya’nın bu ilhakına sert bir şekilde tepki vermiştir. Bu tepkinin Rusya ile İtalya’nın yakınlaşmasında doğal bir etki bıraktığını ifade edebiliriz. İki devlet arasında 1909 tarihinde Racconigi Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre İtalya Rusya’nın, Rusya da İtalya’nın Boğazlar ve Trablusgarp üzerindeki çıkarlarını tanımıştır. Gerçekten de bu anlaşmadan iki yıl sonra İtalya Trablusgarp’a saldırmış, Rusya ise Boğazlar konusunda Osmanlı Devleti’ne yönelik baskılarını giderek arttırmıştır. İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali gerçekten de hiç istenildiği gibi bir süreç izlememiştir. Yukarıdaki saydığımız sebeplerden ötürü Osmanlı Devleti bölgede tam manasıyla bir mukavemet gösterememiş olsa da bölge direnişini gayet sağlam bir şekilde örgütlemiş ve İtalya’nın yıllarca sahilde kalıp Trablusgarp’ın içlerine inmesini önlemiştir. İtalya, savaşın henüz başlarında Osmanlı Devleti’ne işgali kabul ettirmek için birkaç girişimde bulunmuş fakat başarılı olamamıştır. Osmanlı Devleti’ne gözdağı vermek için donanmasıyla Boğazları zorlamış fakat sonuç alamadığı gibi daha sonra bir hamle daha yapıp Oniki Ada’yı işgal ettiği halde Osmanlı Devleti’ne bu işgali kabul ettirememiştir. (6)

İtalya’yı Trablusgarp’a doğru harekete geçiren olan Fas konusunda Almanya ve Fransa’nın anlaşması olmuştur. İtalya’nın daha önce Fransa ile yaptığı anlaşmaya göre, Fransa Fas’ta yeni bir statü elde ederse, İtalya’nın da Trablusgarp hareketi tanınacak ve desteklenecek olduğundan ötürü, İtalya’nın artık harekete geçebileceği ortam oluştu. Cezayir, Fas ve Mısır yolunu kaçırmış olan İtalya, hem Trablusgarp’ı da kaçırmak istememiş hem de kaçırdığı takdirde buraya başka bir Avrupa devletinin geleceğinden endişe etmiştir. Bu sebeple 1900 ve 1092 yılında yaptığı antlaşmaların da hükümlülüğünü kaybetmemesi için derhal harekete geçme kararı almıştır.(7)

İtalya hükümeti, yukarıdaki bölümlerde zikrettiğimiz 29 Eylül tarihli ültimatomuna cevap bile beklemeden Trablusgarp üzerine saldırı hareketini başlatmıştır. Bu sırada Trablusgarp’ın Osmanlı Devleti tarafından adeta kaderine terk edilmiş bir surette olduğunu da hatırlatmakta yarar görüyoruz. Osmanlı Devleti’nin yöneticilerinin büyük bir çoğunluğu, Trablusgarp için bir şeyler yapmanın geçtiğini, sıkıntı ve problemlerin askeri yolla değil siyasi, diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğine inanıyordu.(8)

İlerleyen süreçte Osmanlı Devleti, Sait Paşa’nın da dediği gibi, Trablusgarp’a asker göndermenin bir tek donanma vasıtasıyla olabileceğini ve Osmanlı donanmasının halinin ortada olduğu gerçeğiyle yüzleşti. Şu halde Trablusgarp’ın kaderini ve Osmanlı Devleti’nde kalıp kalmayacağını belirleyecek şeyin savaş değil, devletlerarası genel politika olduğu anlaşılmış oldu. Ayrıca deniz vasıtasıyla Akdeniz’de Osmanlı Devleti’ne nazaran hakimiyet kurmuş olan İtalya, diğer devletlerden de destek alıyordu. Belki de en önemli desteği, Osmanlı Devleti’nin en büyük umudu olan İngiltere’nin, tarafsızlığını açıklaması ve Mısır topraklarından geçit vermeyeceğini bildirmesiyle elde etti. Açıkçası tarafsızlığını ilan eden tek ülkenin İngiltere olmadığını söylemekte fayda vardır. Bu sebeplerle Osmanlı Devleti’nin elinde kalan tek çarenin Tunus ve Mısır’dan kaçak yollarda silah ve malzeme göndermek olduğu anlaşılmıştır.(9)

Sonuç olarak Osmanlı Devleti yöneticilerinin, İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal edeceğine uzun yıllar ihtimal vermemesi, daha öncesinden bölgede bir işgal tehlikesi düşünülmediği ve bunun sonucunda Trablusgarp’ta herhangi bir savunma hazırlığı yapılmadığı gibi şartları göz önünde bulundurduğumuzda, İtalya’nın işinin ne kadar kolaylaştığını anlayabiliriz. İtalya, Trablusgarp işgali ile hem “Şark Meselesi”ne bir katkıda bulunmuş hem de hammadde, pazar ve sömürge arayışında önemli bir kazanım elde etmiş olacağından ötürü bu işgali başlatmıştır. Osmanlı Devleti bölgeye Binbaşı Enver Bey, Kolağası Mustafa Kemal, Fuat Bey, Nuri Bey, Fethi Bey gibi birçok asker ve subayı, gönüllü olarak bölgeye göndermiş ve orada bir direniş hareketi başlatmayı hedeflemiştir. Gerçekten de bu hareket eldeki imkansızlıklara rağmen uzun yıllar sürecek olan bir direnişi fitillemiş ve İtalya’nın bölge içlerine inmesini uzun yıllar durdurmayı başarmıştır.

Kaynakça 
1- ARMAOĞLU Fahir, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi 1789-1914, Timaş Yayınları İstanbul 2016
2- KARAL Enver Ziya, Osmanlı Tarihi IX. Cild, TTK Basımevi, Ankara 1999
3- SANDER Oral Siyasi Tarih İlkçağlardan Günümüze, İmge Kitabevi, 33. Baskı, Ankara 2020
4- ŞIVGIN Hale, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk – İtalyan İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989
5- UÇAROL Rifat, Siyasi Tarih 1789 – 1914, Der Yayınları. İstanbul 2019


(1) Hale Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk – İtalyan İlişkileri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989, s. 15-16.

(2) Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi IX. Cild, TTK Basımevi, Ankara 1999, s. 269.

(3) Enver Ziya Karal, a.g.e., s. 257.

(4) Hale Şıvgın, a.g.e., s. 19.

(5) Rifat Uçarol, Siyasi Tarih 1789 – 1914, Der Yayınları. İstanbul 2019, s. 536.

(6) Oral Sander, Siyasi Tarih İlkçağlardan Günümüze, İmge Kitabevi, 33. Baskı, Ankara 2020, s.322-323.

(7) Hale Şıvgın, a.g.e., s. 23.

(8) Enver Ziya Karal, a.g.e., s.273.

(9) Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasî Tarihi 1789-1914, Timaş Yayınları, İstanbul 2016, s. 622.

Post a Comment

Daha yeni Daha eski
'; (function() { var dsq = document.createElement('script'); dsq.type = 'text/javascript'; dsq.async = true; dsq.src = '//' + disqus_shortname + '.disqus.com/embed.js'; (document.getElementsByTagName('head')[0] || document.getElementsByTagName('body')[0]).appendChild(dsq); })();