Vemâ erselnâke illâ rahmeten li’lâlemîn Enbiyâ Suresi 107. Ayet.
(Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik)
Yeryüzündeki denizler mürekkep olsa, ağaçların hepsi
kalem olsa ve gökyüzü kağıt olsa, yine de onun vasıflarını yazmakla, medh etmekle
sayıları azalmaz, bitmez ve tükenmez. Gelmiş geçmiş bütün milletlerin
lügatlarındaki medh ve senâlar ile ilgili kelimeleri toplamaya başlasak kelimler,
lügatler ve sözcükler bitip tükenir de o güzelin vasıfları saymakla bitmez
tükenmez. O ki onun hürmetine varız. Ondan söz etmeli, nefes alıp verinceye kadar ve adım atıp kaldırıncaya kadar Allahın ve Resulünün yolundan gafil olmamak için çalışıp durmak durumundayız. Ondan bahsetmek olunca mevzu bahis Hz.
Mevlana’nın gönlünden diline şöyle bir beyit terennüm eder:
“Yekdehan hanem be pehnayı felek.
Tabe guyam vasfı an riski melek”
(Felekler kadar büyük bir ağız isterim ki,
Meleklerin kıskandığı güzelden söz açabileyim)
Siret bölümümüzde ilk olarak Hz. Peygamberden başlamak
gerekir diye düşündük. Büyükler bile bu konu hakkında söz söyleyecekleri zaman kılı kırk
yarmışken, biz söz söylemektense hadislerden, tarihi kaynaklardan, büyüklerin
söz ve şiirlerinden bahsetmek niyetindeyiz.
Dıhyetü’l Kelbî, Müslüman olmaya karar verdiğini ve
tüm cesaretini toplayıp Hz. Peygamberin huzuruna çıkmaya karar verdiğini
söylemektedir. Hz. Peygamberin bulunduğu meclisin önündeyken kendisini gören
sahâbelerin yüzlerini ekşittiğini ve “bu da mı bizimle beraber olacak”
gibisinden sözler söylediklerini aktarmıştır. Dıhyetü’l Kelbî İslâmla müşerref
olmadan önce açıktan bir çok günahının olduğunu bilinen bir kimse olduğundan
ötürü bazı sahabelerin kendisini görünce kafalarını çevirdiğini ve yüzünü
ekşittiğini gören Dıhyetü’l Kelbî, “o anda oradan gitmeye karar verdim ve bir
daha da dönememek üzere kararlıydım” der. Fakat tam da o sırada gönüllerin
sultanı içeriden seslenmiş ve Dıhyetü’l Kelbî’yi gönlünden aşk okuyla
vurmuştur. “GEL EY DIHYE GEL YANIMA!” Bu öyle bir çağırış oldu ki sanki vücudum kendi
kendine o yöne yöneldi ve ayaklarım kendi kendine efendisine doğru yürümeye
başladı. İçeriye girdiğinde minder bulamayan Resulallah’ın mübarek başından
sarığını çözüp, henüz iman etmemiş olan Dıhyetü’l Kelbî için yere serdiğini ve
onu oturttuğunu söyleyen Kelbî, oradan tek bir netice ile ayrılmıştır: Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü
enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu. Merhum Tahir Büyükkörükçü hoca Hz. Peygamberin başından çıkarttığı meşlahı için şöyle bir söz söylerdi: "Muhterem Müslümanlar unutmayınız Peygamber- zîşân efendimizin vücûduna değen toprak Arş'tan efdâldir muhakkikîne göre."
Yine bir hadis-i şerifte
geçen bir hadiseye göre bir bedevi Mescid-i Nebeviye gelmiş ve biraz ortalık
bir yere bevl etmiştir. Bunun üzerine bütün sahabeler kendisine biraz
çıkışmışlar ve onu biraz sert bir üslupla uyarmışlardır. Hz. Peygamber ortalığı
yatıştırmış ve “bilmiyor kızmayınız” buyurmuştur. Daha sonra namaz kılınırken
bir sahabenin hapşırması üzerine namazda iken “yerhamükellah” demiş ve namaz
sonrası yine sahabelerin tepkisiyle karşılaşmışken yine Resulallah tarafından “bilmiyor
kızmayınız” diyerek sükunet sağlanmıştır. En son namazdan sonra dua edilirken
bu bedevi sesli bir şekilde şöyle dua etmeye başlamıştır: “Ya Rab! Sadece beni
ve Resulünü cennetine koy” Bunu duyan sahabeler “ne biçim dua ediyorsun” diye o
bedeviye çıkışmaya başlarlarken bedevi şu sözleri söylemiştir: “Allahtan bir
tek beni ve Resulünü cennetine koymasını istedim çünkü o hariç hepiniz beni
ayıpladınız ve kınadınız.”
Görüldüğü gibi o her
konuda önde olan bir kul olmuştur. İlk vahyin geldiği hadise yüzyıllardır aynı
şekilde anlatılmakta ve aktarılmaktadır. Hz. Peygamberin Cebrail A.S. ı ilk
gördüğünde bayıldığı, Cebrail A.S. tarafından kendisine getirildiği ve ilk
vahyin nüzul olduğu anlatıla gelmiştir. Bakınız Hz. Mevlana öyle bir beyit
söylemiştir ki divanların ve kitapların mana terazisinde ağırlığını
kaldıramayacağı büyüklüktedir:
“Ahmed erbiku şayet an perri celil
Ta ebed bi ruş manen Cebrail”
(Ahmed hey’et-i asliyesiyle Cebrail’i görünce
bayıldı fakat hemen ayıldı,
Ama Ahmed, Risalet ve Nübüvvet kanatlarını bir
açsaydı Cebrail kıyamete kadar ayılamazdı)
Kelimeler aşk dolu gönülden geldiği zaman böyle söyleniyor
olmalı…
Saadettin Ökten’in bir şairi çok beğendiğini dayısına söylediğini belirttiği bir konuşması vardır. Dayısından gelen cevap üzerine hayat görüşünün değiştiğini, Müslüman bir kimsenin hayata ve insana bakış açısının bu olması gerektiğine inanmaya başlar. Dayısı ona sadece şu soruyu sormuştur: “Evladım, bu çok sevdiğin ve beğendiğin şairin peygamber efendimize bir na’atı var mı? (Na’at, şairler tarafından peygamber efendimize yazılan, onu medh eden şiirlerdir) Bu soru üzerinde uzun tefekküre düşen Ökten, bunu bizlere aktararak bizi de bu konuda tefekkür etmeye itivermiş bulunmaktadır. Hayat görüşümüz ne olursa olsun, siyasi görüşümüz, dilimiz, ırkımız ve olursa olsun bizim önceliğimiz Allah ve Resulü olmalıdır.
Yine Hz. Mevlana'dan 2 beyit paylaşmamız yerinde olacaktır:
"Akl kurbân kün be pîş-i Mustafâ
'Hasbiyallâh' gû ki Allâhem kefâ"
(Aklını Hz. Mustafa'nın yolunda kurban et
ve Hasbiyallah yani Allah bana yeter de ve geç) diyor.
"Işk-est tarîk-i râh-ı Peyğamber-i mâ
Mâ zâde-i ışkîm , ‘ışk-est mâder-i mâ"
(Bizim Peygamberimiz' in yolu aşktır
Biz aşk oğluyuz, anamız aşktır.)
Cennetin kapısında
yazan” LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH” sözünden, Allah’ın (c.c.) kendi
isminin yanına resulünün ismini yazmasından ötürü büyükler derin manalar çıkartmışlar
ve Allah ve Resulüne tam itaat etmek hususunda hassasiyet göstermişlerdir.
Allah (c.c.) bizleri Allah ve Resulünün yolundan gidenlerden eylesin. Bizden ve
neslimizden kıyamet sabahına kadar, Allah ve Resulünün yoluna muhalif kimseler göstermesin.
Nazar kıl yâ Resûlallah fakîrin hâline bir kez
Senin aşkın beni yakdı cihânı gözlerim görmez
Şefâ'at yâ Resûlallah şefî'ler eşfa'ı sensin
Kapında bendelik ister bu âciz gayrısın bilmez
Seni medh eylemek ister bu gönlüm yâ Resûlallah
Senin meddâhın Allah'dır benim medha gücüm yetmez
Kerîmsin yâ Resûlallah kerem ancak sana lâyık
Günâhım perde olmuştur visâline elim ermez
Gedâdır yâ Resûlallah senin Abdurrahîm kulun
Kapında boynunu bükmüş akar gözün yaşı dinmez
Yorum Gönder