HACI BAYRAM-I VELİ’NİN SOMONCU BABA İLE İLİŞKİSİ VE ANKARA’DAKİ FAALİYETLERİ
1. HACI BAYRAM-I VELİ
Asıl adı Numan olan Hacı Bayram-ı
Veli’nin(1) bu
adı almasıyla ilgili olarak şöyle bir menkıbe anlatılır. Bu menkıbeye göre
babası Koyunluca Ahmed, bir gece rüyasında bir pirin kendisine ‘‘Ey Ahmed, doğacak oğlunun adını Numan koy
ve onu okut ki Allah’ın fazileti ve inayeti senin ve oğlunun üzerine olsun.’’ deyip
kucağındaki bir yığın kitapla kaybolduğunu görür. Bunun üzerine Koyunluca Ahmed
gördüğü rüya ve pirin verdiği vasiyet üzerine oğluna Numan adını verir.(2)
Hacı Bayram-ı Veli’nin Ankara’nın Çubuk
suyu kenarındaki Solfasıl köyünde doğduğu belirtilmektedir. Bugün Ankara’nın
Hasköy semti, Karakum mahallesi ile birleşen bu köyün adının zaman içinde
değişikliklere uğradığı; aslı ‘‘Zü’l Fazl’’ olan bu ismin bozulmuş şekli
Solfasol veyahut Sonfasıl şeklinde ortaya çıktığı kaydedilmektedir.(3)
Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen
Hacı Bayram-ı Veli’nin(4),
Bursalı Mehmet Tahir’in risalesi ve Şakâyık-ı Nûmaniye Tercümesi kaynak gösterilerek
753 (1352-1353) tarihinde doğduğu belirtilmektedir.(5)
Ankara’nın Solfasıl köyünde öğrenim
hayatına başlayan Hacı Bayram, ilk Arapça eğitimini Ankara’da Şeyh Taceddin’den
almıştır. Temel eğitimini tamamladıktan sonra dönemin medreselerinde yaygın
olarak okutulan Arapça, Tefsir, Hadis, Fıkıh ve Matematik derslerini almak için
Bursa’ya giden Hacı Bayram-ı Veli’nin ilmi bilgilerini geliştirmek için
Kayseri’ye ve Aksaray’a da uğradığı düşünülmektedir.(6) Hangi
medreselerde eğitim gördüğünü tespit edemediğimiz Hacı Bayram’ın aklî ve şer’î ilimlerde
tam maharet göstererek müderrisliğe yükseldiği bilinmektedir. Böylece Ankara ve
Bursa medreselerinde müderrislik yapan Hacı Bayram’ın, özellikle Ankara’daki
Melike Hatun Medresesi’nde (Kara Medrese) müderrislik yaptığı anlaşılmaktadır.(7) Bu
medrese, Mevlana’nın torunu hayırsever bir kadın olan Melike Hatun tarafından
inşa edilmiş olup Ankara’nın bu dönemde Osmanlı Devleti sınırları dışında
kaldığı belirtilmektedir.(8)
Onun yaşadığı dönemde Ankara’da; Kızıl
Bey Medresesi, Saraç Sinan Medresesi, Ahi Ya’kub Medresesi, Kara Medrese, Debbağhane
Medresesi, Sultan Alaaddin Medresesi, Yeğen Bey Medresesi, Yeşil Ahi Medresesi,
Doğan Bey Medresesi ve Ak Medresesi’nin olduğunu biliyoruz. Edindiğimiz
bilgilere göre Hacı Bayram-ı Veli’nin yukarıda adı geçen Ankara’daki Kara
Medrese dışında Bursa’daki Çelebi Sultan Mehmet Medresesi’nde de müderrislik
yaptığı anlaşılmaktadır.(9) Kaynaklara
göre Çelebi Mehmed tarafından yaptırılan bu medresede, Hacı Bayram-ı Veli, 1395
yıllarında Bursa’ya şeyhi Somuncu Baba ile göç edip gelince, 1402 yılına kadar
müderrislik yapmıştır.(10)
Müderris Numan Efendi ile Ebu
Hamidüddin-i Aksarayî’nin tanışmaları hakkında farklı rivayetler bulunmaktadır.
Ancak Mehmet Ali Aynî, ‘‘ Hacı
Bayram’ı, medresesini terk eder etmez, Kayseri’ye Hamidüddin’in yanına gitmiş
görüyoruz.’’ demektedir.(11) Müderris Numan ve Şeyh Hamid-i Veli
karşılaşmalarıyla ilgili rivayetlerden biri şöyledir: Müderris Numan bir gün
dersten çıktığında yanına birisi gelmiş ve ‘‘ben Şücâ-i Karamanî’yim Kayseri’den senin için geliyorum. Sana bir
haberim ve davetim var.’’ demiştir. Müderris Numan, bu sözlerin sonunda
kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamış, Şücâ-i Karamanî ‘‘ beni şeyhim ve mürşidim Hamid-i Veli
hazretleri gönderdi ve ‘‘ Git Engürü’de (Ankara) Kara Medresede Numan adında
bir müderris vardır. Ona selamımı ve davetimi söyle, al getir. O bize gerek.’’
dedi. Ben de bu vazifeyle huzurunuza gelmiş bulunuyorum.’’ Müderris Numan bu
sözleri dinler dinlemez; ‘‘ Baş üstüne, bu davete icâbet lazımdır hemen
gidelim.’’ diyerek müderrisliği bırakmış ve Şücâ-i Karamanî ile Kayseri’ye
gitmişlerdir. Kayseri’de Somoncu Baba diye meşhur Hamid-i Veli ile bir kurban
bayramında buluşmuşlardır. Bu karşılaşmada Şeyh Hamid-i Veli şeriat
bilginlerinin ölünce erişebilecekleri mertebe ile tasavvuf erbabının ahirette
erişeceği mertebeleri gösterip birini seç demiş, Hacı Bayram da manevî bilgi
sahiplerinin ölünce daha yüksek mertebelere ve ilahî saadete eriştiklerini
görür ve müderrislikten vazgeçip tarikat yolunu seçer ve Şeyh Hamid-i Veli’ye
insitab eder.(12) Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Hamid ile
karşılaşıncaya kadar medrese hocası idi; fakat Şeyh Hamid ile karşılaştıktan
sonra medreseyi bırakıp derviş olarak yaşamını sürdürmüştür. Şeyh Hamid’in
geleneksel İslamî ilimleri tasavvuf bilimi ile bir araya getiren tasavvufî
anlayışı, eski Farisî- Arap islam geleneğine kendisini kaptırmış alimler için
cazip görünmekte idi. Geleneksel Sünni itikadı ile uyumlu ve Osmanlı
Devleti’nin erken dönemlerinin manevî doğrultusuna bütün olarak yön vermesi
nedeniyle pek çok Osmanlı düşünürünün, manevî nesebini Hacı Bayram-ı Veli ve
Şeyh Hamid’e dayandığını görmekteyiz.(13)
Hacı Bayram-ı Veli ve Şeyh Hamid’in
tanışmalarında ki bir diğer hadise ise Bursa’da geçmektedir. Yıldırım
Bayezid’in Bursa’da yaptırdığı Ulu Caminin bir Cuma namazıyla açılışını Hamid-i
Veli yapmıştır. Müderris Numan ile Bursa’da bir bayram sabahı karşılaştıkları
rivayet edilir. Hatta bu nedenle kendisine Bayram ismini vermiş ve daha sonra
birlikte hacca gidince Hacı Bayram ismini aldığı görümektedir.(14) 1396 Yılında Yıldırım Bayezid’in Niğbolu’da kazandığı büyük zafere şükrane
olarak yaptırdığı Ulu Caminin, Cuma günü açılışındaki hutbenin Emir Sultan
tarafından yapılması gerekmektedir. Aniden Emir Sultan cemaate seslenerek: ‘‘Ey Müslümanlar, gavs-ı azam şu an da
aramızdadır. O varken bize imamet düşmez.’’ der ve Somuncu Babayı gösterir.
Somuncu Baba Ulu caminin açılışında halkın kendisine gösterdiği ilgiden dolayı
‘‘sırrının fâş olduğu’’nu düşünerek Bursa’dan ayrılır. Somuncu Babayı bir daha
Bursa’da gören olmaz ve nereye gittiğini hiç kimse bilmez. Fakat müderris
Numan, Somuncu Babanın peşini bırakmayarak, arayıp bulur ve hizmetinden
ayrılmaz. Müderris Numan ile Somuncu Babanın buluşması Mevlana ile Şems’in
buluşmasına benzetilir. Somuncu Baba müridi Numan ile birlikte önce Şam’a
giderler, bir müddet orada kaldıktan sonra Hicaz’a geçerler. Hac görevlerini
yerine getirdikten sonra üç yıllık bir seyahatin sonucu Aksaray’a gelip
yerleşirler. (15)
Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Hamid’in ölüm
tarihi olan 1412’den sonra Ankara’ya dönmüştür. Hacı Bayram’ın Ankara’ya
dönüşüyle birlikte Ankara, bir cezbe merkezi haline gelmiştir. Bayramîliğin
kuruluşu, Hacı Bayram’ın şeyhi Hamid’in ölümünden sonra Ankara’ya dönüşüyle
başlamış olarak kabul edilir. Bayramiye tarikatı, Nakşibendiye tarikatı ile
halvetiliğin karışıp birleşmesinden doğmuş bir sistem olup Bayezid-i Bestâmî ve
Cüneyd-i Bağdadî ruhaniyetlerinden el almıştır. Bayramilik ehl-i sünnet
itikadına tamamen uygun ve yerli bir tarikattır. Hacı Bayram-ı Veli’nin bir
tarikat kurmuş olmasına rağmen öğretilerini içeren kendi yazdığı bir eseri
elimizde yoktur. Ancak Fuat Bayramoğlu bu tarikatın amaç ve ilkelerini
1) Sünnilik
2) Yerlilik
3) Devletin Sürekliliği olarak
sıralamaktadır. (16)
Hacı Bayram-ı Veli, İslamî anlayışa
doğrudan bağlı olan Ahilik anlayışına dayalı ‘‘Ahi Baba’’ lığı ile Ahiliğin
temelini oluşturan ve kişinin manevî/ruhî yönünü ıslah eden sistem olan
‘‘Fütüvvet’’e bağlılığı ‘‘Şyhu’r- Rum’’luğu ile Sünnete dayalı Anadolu
birliğini savunmuş ve ‘‘kendini bilen’’ fertleri yetiştirmiştir. Bunu da
‘‘Vahdet’’ akidesi esasına dayalı ‘‘cezbe, muhabbet ve sırr-ı ilahi’’
çerçevesinde ehl-i sünnet inancına bağlılığıyla gerçekleştirmiştir. Gizli zikir
yapmayı esas alan Bayramilik’te ‘‘Vahdet-i vücud’’ anlayışı hâkimdir. Bu
meşrebin eğitimiyle amaçlananlara işareten önceleri Bayramî tacı on iki terkli
iken, daha sonraları altı terkli beyaz çuhaya dönüşmüştür. Buradaki altı terk
ise tasavvufun altı ilkesine işaret etmektedir. Bunlar ise ‘‘az yeme, az uyuma,
az konuşma, sürekli zikir, havatır-ı nefy ve tefekkür’’ ilkeleridir. Buradaki
altı terk aynı zamanda imanın altı şartı ile Allah’ın zatî sıfatlarını da
simgelerken, birbirinin içinde ve tacın tepesinde bulunan ve gül denilen üç
daire de tevhidin üç mertebesine (Tevhid-i Ef’al, Tevhid-i Sıfat, Tevhid-i Zât)
ve Somuncu Baba’nın Şam’daki Bayezidiye Dergâhına bağlılığına işaret
etmektedir.(17)
Hacı Bayram- ı Veli Ankara’ya döndükten
sonra dinin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu
göstermeye ve yetiştirmeye başlamıştır. Hacı Bayram, zaviyesini Ankara Kalesi dışında,
bugünkü Ulus civarında bir tepe üzerinde, eski Hristiyan mabedi Ogüst tapınağı
bitişiğinde kurmuştur. Bu tapınağın bir süre Ak Medrese adı altında bir eğitim
müessesesi olarak kullanıldığını görüyoruz. Hacı Bayram’ın talebeleri gün
geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başlamıştır. Hacı Bayram’ın ismi kısa
zamanda her tarafta duyulmuştur. Ankara âdeta bir cezbe merkezi haline gelmiş,
Bayramîlik Anadolu halkı tarafından kabul görmüştü.
Hacı Bayram, geçen bu dönem zarfında hem
talebelerini yetiştirmiş hem de belli saatlerde camide insanlara vaaz ve
nasihat etmiştir. Halk bu vaazlara büyük bir aşk ve istekle katılmış bazı
kerametlerini görünce de ona daha çok bağlanmıştır. Bayramîliğin hızla yayılışı
ve müridlerinin artışı bazı kesimlerin kıskançlığına yol açmış, Hacı Bayram’ı,
halkı delalete sürüklüyor, maksadı kendi saltanatını kurmaktır diyerek devrin
padişahı II. Murad’a şikayet etmişlerdir. Padişah II. Murad’a ‘‘Sultanım!
Ankara’da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış.
Aleyhinize bazı sözler söyleyip saltanatınıza kast edermiş, bir isyan
çıkarmasından korkarız!’’ diyerek iftirada bulunmuşlardır. Bunun üzerine
sultan, durumun tetkik edimesi için iki
kişi vazifelendirip; ‘‘O kimseyi hemen gidip huzurumuza getirin’’ emrini
vermiştir. Askerler ellerinde padişahın fermanı olduğu halde, Edirne’den kalkıp
Ankara’ya gitmiş ve padişahın davetini Hacı Bayram-ı Veli’ye iletmişlerdir.
Hacı Bayram’da davete icabet edip Akşemseddin ve birkaç müridi ile birlikte
Edirne’ye gitmiştir. Şeyh Bedreddin vakasından sonra hükûmet ihtiyatlı
davranmakla beraber memleketteki fikir hayatına dokunmamıştır; hatta hükümetin
bu ihtiyatı neticesinde müridlerinin çokluğundan dolayı Ankara’da bir hadise
çıkaracağı ihbar edilen Hacı Bayram, II. Murad tarafından Edirne’ye getirilerek
söylenen şeylerin aslı olmadığı görülüp kendisine layık olduğu hürmetle
Ankara’ya yolcu edilmiştir.(18)
Edirne’den ayrılan Hacı Bayram, önce
Gelibolu’ya geldi. Orada Yazıcızâde Ahmed Bîcân ve Muhammed Bîcân kardeşlerle
görüştü. Bir müddet onları yetiştirmek için orada kaldı. Onların Bayramîyye
yoluna girmelerini sağlayarak, tasavvufta ilerlemelerine vesile oldu. Hacı
Bayram-ı Veli Ankara’ya döndükten sonra ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak
için uğraştı. Talebelerine ve ziyaretine gelen herkese, Allahü Teâla’nın
emirlerine uyup, yasaklarından kaçınmanın şart olduğunu anlattı. Hayatıi hep
verâ ve takvâ üzere, haramlardan şiddetle kaçıp, şüpheli korkusuyla mübahların
fazlasını terk etmekle geçti. Hacı Bayram-ı Veli’nin ihlas ve sıdk ile süren
hizmet hayatı M 1429 (H 833) yılında Ankara’da son bulmuştur. Doğum yılı olduğu
gibi vefat yılı da ihtilaflıdır. Vasiyeti üzerine Hacı Bayram’ı Akşemseddin
yıkamış ve cenaze namazını kıldırmıştır. Emîr Hüseyin Enîsî tarafından kaleme
alınan Menâkıb-ı Akşemseddin de bu durumu şöyle anlatır: ‘‘Rivayet olunur ki Hacı Bayram ölüm hastalığında cenazemi Akşemseddin
yıkasıni namazımı da o kıldırsın.’’ vasiyetini yaptı. Hacı Bayram vefat
ettiği zaman Akşemseddin yoktu. Hacı Bayram’ın sufileri ne yapacaklarını
şaşırmış durumda beklerken Akşemseddin birdenbire çıkıp geldi. Hocasının borcu
olup olmadığını sordu. Menakıb-nâme’ye göre Akşemseddin, hocasının borcunun bir
kısmını ödemiş, geri kalan borç da Hacı Bayram’ı diğer sevenler tarafından
verilmiştir.(19) Yûsuf Hakîkî, Hacı Bayram’ın vefatından sonra yazdığı ‘‘Medh-i Şeyh Hacı Paşa’’
başlıklı medhiyede şeyhin ölümünden dolayı duyduğu üzüntüyü şöyle anlatır:
Gitdün
civar-ı hazrete müstagrak olup rahmete
Yahdun
cihânı hasrete şeyhum yoluna cân fidâ…
Mezarı kendi inşa ettirdiği Hacı Bayram
Cami’nin kıble tarafındadır. Türbedeki
levhalardan birinde şu beyit yazar:
Haşrederek
sönmez yanar hep ol velinin meş’ali
Rehber-i
râh- saâdet Hacı Bayram-ı Veli…
Asıl adı Hamîdüddin olan Somuncu
Baba, 1349 yılında Kayseri’nin Akçakaya köyünde dünyaya gelmiştir. Ebû Hâmid
künyesi de kendisine aittir. Hakkındaki kaynaklara bakılacak olursa bir
kısmında Şeyh Hâmid-i Veli, bir diğer kısmında da Şeyh Hâmidüddin-i Veli olarak
geçtiği görülmektedir. Lakin kaynaklarda geçen Hâmid-i Kayserî, Ebû Hamid-i
Veli, Şeyh Hamid-i Veli, Hamîd-i Aksarayî, Hamîdüddin-i Aksarayî, Ebû Hamid
Aksarayî, Hamîdüddin bin Musa, Somuncu Baba, Ekmekçi Koca isimlerinin tamamı da
Somuncu Baba’ya aittir.
Babası Şeyh Şemseddin Musa El-
Kayserî olup dönemin diğer Horasan erenleri gibi Anadolu’ya göç eden tasavvuf
büyüklerindendir. Ebheriyye tarikatına mensup olan Şemseddin Musa’nın soyu 24.
kuşaktan peygamber efendimize dayanmaktadır. (20) Somuncu Baba’nın annesinin adının ise Aden Banu olduğu nakledilmektedir.
Şemseddin Musa hazretlerinin Kayseri’ye geldiği dönemlerde Horasan erenleri,
Yesevî dervişleri ve Alperenler, Dar’u-l Cihad kabul edilen Türkiye’ye gelerek
maddi fetihten önce manevî fethi gerçekleştiriyorlardı. İşte bu Horasan
erenlerinden biri de Şemseddin Musa idi. Ailesi bir kısım yakınıyla birlikte
Horasan’dan kalkıp yola düşen Şemseddin Musa, Türkiye’nin merkezi sayılacak bir
yer olan Kayseri’ye yerleşir. Kayseri tercihi de Davûd-u Kayserî Hazretlerinin
manevî daveti üzerine olmuştur. Somuncu Baba ilk tahsilini babasıyla yapmış ve
ilk tasavvuf neş’esini babasından almıştır. Bundan sonra ilmin ileri
basamaklarını Kayseri ulemasının yanında sürdürmüştür. Fen ve tabiat ilimlerini
de Kayseri’de çeşitli müderrislerden okumuştur. Devrinin önde gelen
âlimlerinden ‘‘mütavil’’ ilimleri öğrenmiş; özellikle tefsir, hadis, fıkıh,
kelam ve tasavvuf dersleri alarak medrese öğrenimini tamamlamıştır. Çocukluktan
itibaren babasıyla birlikte okuduğu Arapça ve Farsça kitaplar bu dilleri iyi
seviyede öğrenmesini sağlamıştır. Kendisine atfedilen ‘‘Kırk Hadis Şerhi’’
kitabı ve Bursa Ulu Cami’nin açılışı sırasında hutbede Fatiha Suresinin tefsirini
yapması hem Arap diline hâkim, hem de Hadis ve Tefsir ilimlerinde yüksek bir
birikime ve âli derecelere sahip olduğunu göstermektedir. Hamîdüddin, babası
vasıtasıyla Sühreverdiyye’nin Ebheriyye koluna intisab etmiştir. Ebheriyye,
Halvetiyye’nin manevî silsilesinde yer alan Ebu Reşid Şeyh Kudbuddin Ebheri
tarafından kurulan tarikatın adıdır. Somuncu Baba Ahmed Yesevî’nin meşrebinden
giden babası gibi, felsefe yerine hikmeti tercih etmiştir. Somuncu Baba
Kayseri’de ilmî hayatını tamamladıktan sonra bir müddet Aksaray’da bulunmuş, bu
sırada bir müderris olan Mahmud Mazdekâni Hazretlerinin kızı Necmiye Sultan ile
evlenmiştir. Bu evlilikten Yusuf Hakiki ve Halil Taybî adında iki çocuğu
olmuştur. Yusuf Hakiki Baba namıyla bilinen büyük oğlunun asıl adı İzzeddin
Yusuf Hakiki’dir. Yusuf Hakiki Baba Aksaray’da dünyaya gelmiş yine Aksaray’da
vefat etmiştir. Somuncu Baba’nın küçük oğlu Halil Taybi de babasının
terbiyesinden yetişmiş büyük bir deryadır. Babasının tanışıklığı vesilesiyle
Abdurrahman-i Erzincanî Hazretlerinin kızı Dürrüye Banu ile evlenmiş, bir Hac
dönüşü Darende’ye giderek oraya yerleşmiştir. Türbesi Darende’dedir. Somuncu
Baba, Aksaray’dan Kayseri’ye döndükten sonra içinde duyduğu ve zâhiri ilimlerle
dolmayan boşluğu tatmin etmek için bir arayışa yönelir. Bu arayışın tohumları
çocukluk yıllarında babasıyla tedris ettiği tasavvuf dersleri ve sohbetleriyle
atılmıştır. Çocukluktan gelme bir iştiyakla mürşid aramaya başlayan Somuncu
Baba, ilmini ve tasavvufî bilgisini arttırmak için şarkın mühim ilim ve irfan
merkezlerinden biri olan Şam’a gider. Çünkü o dönemde zâhiri ve bâtini
ilimlerde sülûka ermek isteyen talebeler, Arap ve Acem beldelerine ilim ve
irfan için seyahatler yapmaktadır. Oralarda ilim erbabı ve marifet ashabıyla
sohbetler eder, tahsîli ilim ve tâlibi marifet eylerlerdi. Somuncu Baba’da aynı
yolu takip ederek ilim alanındaki çalışmalarını Şam, Tebriz ve Erdebil’de
sürdürecektir.(21)
Hamîdüddin Aksarâyî, Erdebil
Tekkesi’nde seyrüsülûkünü tamamladıktan ve bir süre inzivâ hayatı yaşadıktan
sonra şeyhinin emriyle Anadolu’ya dönüp Bursa’ya yerleşti. Sarı Abdullah
Efendi, Alâeddin Erdebîlî’nin Somuncu Baba’ya hilâfet verip Anadolu’ya
gönderirken yanındakilere, ‘‘Diyâr-ı Acem’de emanet olarak bulunan esrâr-ı
ilâhiyye onunla birlikte diyâr-ı Rûm’a intikal etti’’ dediğini rivayet eder. Kaynaklarda yer alan ifadelerden Somuncu
Baba’nın Bursa’ya geldiği ilk yıllarda pek ön plana çıkmadığı ve kendini
halktan gizlemeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde onun eşeğiyle
ormandan odun getirip bu odunlarla ekmek pişirdiği ve ekmekleri sırtına
yüklenerek sokak sokak dolaşıp ‘‘somunlar, müminler!’’ diyerek halka dağıttığı
rivayet edilir. Kendisine Ekmekçi Koca veya Somunu Baba lakaplarının verilmesi
de bundan dolayıdır. Somuncu Baba, bu şekilde halk içine karışıp melâmîmeşrep
bir hayat sürmekte iken Ulucami’nin açılışı sırasında Emîr Sultan tarafından
hükümdarla yani Yıldırım Bayezid Han ile tanıştırıldı. Birçok kaynağın ortak
ifadesine göre, hükümdarın damadı olan Emîr Sultan kendisine yapılan hutbe
okuma teklifini, ‘‘Gavs-ı a’zam şu anda bu şehirdedir, onların mübarek varlığı
varken halka nasihat ve hitap etmeyi bize teklif etmek münasip değildir’’
diyerek reddetmiş ve bu görevin Somuncu Baba’ya verilmesini tavsiye etmiştir.
Bunun üzerine Yıldırım Bayezid, Cuma namazını kıldırma ve hutbe okuma görevini
Somuncu Baba’ya tevcih edince o da mecburen hutbeye çıkmak zorunda kaldı.
Namazdan sonra verdiği vaazda Fâtiha sûresini yedi farklı şekilde tefsir ederek
Molla Fenârî’nin karşılaşmış olduğu bir güçlüğü de halletti. Somuncu Baba’nın
başta padişah olmak üzere herkesi etkilediği, hatta bu olaydan sonra Molla
Fenârî’nin kendisine mürid olduğu rivayet edilir. Bu olayın ardından sırrının
açığa çıkması, halk ve iktidar nezdinde tanınan bir şahsiyet haline gelmesi,
kendisine yönelik ilginin gitgide artması, halkın arasına karışıp sakin bir
hayat sürmeyi daha çok tercih eden Somuncu Baba’yı bunalttı ve çareyi Bursa’dan
ayrılmakta buldu. Abdurrahman el- Askerî, onun Bursa’dan ayrıldıktan sonra
Anada’da Ceyhan ırmağının kenarında bulunan Sîs Kalesi’nin dağ tarafındaki bir
köyde Nebî Sûfî adında birinin evine yerleştiğini, Hacı Bayrâm-ı Velî’nin
buraya gelip kendisini ziyaret ettiğini söyler. Bazı kaynaklarda kendisinin
doğrudan Aksaray’a gittiği belirtmekteyse de Askerî’nin görüşleri daha isabetli
görülmektedir. Nebî Sûfî’nin evinde bir süre kaldıktan sonra önce Dımaşk’a
giden, buradan Mekke’ye geçerek haccını eda eden Somuncu Baba hac dönüşü tekrar
Sîs’e geldi. Yanına Nebî Sûfî’yi de alarak Aksaray’a gidip yerleşti.
Kaynaklarda yer alan ifadelerden, ömrünün geri kalan kısmını bu şehirde
müridlerinin eğitimiyle meşgul olarak geçirdiği anlaşılmaktadır. Abdurrahman
el- Askerî onun Aksaray’da vefat edip orada defnedildiğini söyler. Sonraki
dönemlerde yapılan bazı çalışmalarda Somuncu Baba’nın asıl kabrinin Malatya’nın
Darende ilçesinde bulunduğu konusunda farklı bazı görüşler öne sürülmüştür.
Buna göre Somuncu Baba, adı geçen ilçenin Hıdırlık adı verilen bölgesinde oğlu
Halil Taybî ile birlikte gömülüdür. Bu görüşün kaynağı olarak Somuncu Baba’nın
soyundan geldiği söylenen Osman Lulûsi Ateş’in aile arşivlerindeki bazı
belgelerle geç dönemlere ait bazı arşiv belgeleri gösterilmektedir. Ancak
Somuncu Baba’nın hayatını anlatan eski kaynaklarda böyle bir konudan söz
edilmemekle birlikte, gerek Şeyh Bedreddin menâkıbında yer alan bilgiler
gerekse lakabının Aksarâyî olması onun hayatını Aksaray’da geçirdiğini ortaya
koymaktadır. Öte yandan Abdurrahman el- Askeri Mir’atü’l- ışk’ta, ‘‘Mevlûdleri
Aksaray’dır. Ravza- i mübarekeleri dahi şehir üzerinde olan kızıl tepenin üstündedir’’
diyerek onun Aksaray’da vefat ettiğini ve kabrinin burada bulunduğunu kesin
biçimde belirtmektedir. Babasının ölümünden sonra Hacı Bayrâm-ı Velî’ye intisap
eden Yûsuf Hakîkî tasavvufa dair bazı eserler kaleme almıştır. Geç döneme ait
arşiv kayıtlarında Halil Taybî isimli bir oğlunun daha varlığından söz
edilmiştir. Darende’de yaşadığı anlaşılan Halil Taybî’nin hayatı hakkında
yeterli bilgi bulunmamaktadır. Türk tasavvuf tarihinde Safevî- Erdelîlî
geleneğini Anadolu’ya taşıyan bir mutasavvıf olarak önemli bir yere sahip olan
Somunu Baba’nın benimsemiş olduğu tasavvuf düşünesinde melâmetî anlayış ön
plana çıkar. Onun en önemli halifesi ve kendisinden sonra fikirlerini Anadolu
coğrafyasına yayılmasını sağlayan şahsiyet Akşemseddin ve Bıçakçı Ömer Dede gibi
iki farklı meşrebe ve karaktere sahip şahsiyet yetiştiren, II. Murad devi
Anadolu sûfîliğine damgasını vurmuş Hacı Bayrâm-ı Velî’dir. Hacı Bayram-ı Veli,
Bursa’da iken tanıştığı Somuncu Baba’ya intisab ederek tasavvuf yoluna girmiş,
onunla birlikte Adana’ya, Dımaşk’a, Mekke’ye ve nihayet Aksaray’a gitmiş, bir
süre sonra şeyhinin izniyle yaklaşık 806-807 (1403-1405) yıllarında Ankara’ya
yerleşmiş, vefatında yanında bulunmuştur. Somuncu Baba’nın diğer müridleri
arasında Şeyh Şücâüddin Karamânî, Şeyh Muzaffer Larendevî, ve Molla Fenâri’nin
isimleri sayılmaktadır. Ayrıca daha sonraki dönemde Hacı Bayram-ı Veli’ye
intisab eden Kızılca Bedreddin’in de başlangıçta Acem diyarından Anadolu’ya
birlikte geldiği Somuncu Baba’ya bağlı olduğu rivayet edilir. Onun döneminin
diğer sufilerle de yakın dostluklar kurduğu bilinmektedir. Yıldırım Bayezid’e
kendisini ‘‘Gavs-ı a’zam’’ olarak tanıtan Emîr Sultan ve 1404-1405 yıllarına
tekabül eden hac dönüşü Aksaray’a kadar giderek kendisini ziyaret eden Şeyh
Bedreddin bunlar arasında zikredilebilir. Somuncu Baba’nın şerh-i Hadîs-i
Erbâin, Zikir Risalesi ve Silâhu’l- müridin adlı üç eseri olduğu ileri sürülmektedir.
Ancak kaynaklarda onun eser yazdığına dair bilgi bulunmaması, bu eserlerin
eldeki nüshalarının oldukça geç tarihli olması bunların ona aidiyeti konusunda
şüphe de uyandırmaktadır.(22)
Şeyh Ebu Hamid 815/1412 yılında bu
fani alemden göçtü. En son ikamet ettiği yer olan Konya-Aksaray'da defnedildi.
Ancak Somuncu Baba'nın medfun bulunduğu yer olarak Malatya'nın bir ilçesi olan
Darende'nin de gösterildiğini görüyoruz. Bunun yanı sıra, hac dönüşü Darende'ye
geldiği ve şimdiki Hıdırlık Mahallesi'nde (Eski Darende'de Zaviye-Tekke
Mahallesi'nde) vefat ettiği ve kendi adını taşıyan mescidde, oğlu Halil Taybi
ile aynı yerde defnedildiği görüşü de vardır. Somuncu Baba’nın Bursa'da bulunan
camii Başçı Hacı Sevin dik tarafından yaptırılmış, 1228 H. de tamir edilmiştir.
Minareli, minbersiz, kitabesiz, tek ve kurşun örtülü kubbelidir. Şeyh Ebu
Hamid'in yazdığı söylenilen, kırk hadis-i şerifin şerhinin yapıldığı
"Şerh-i Hadis-i Erbain" adlı eser tasavvuf diliyle yazılmıştır. Bu
kitabın bir nüshasının, Kahire Milli Kütüphanesi'nin eski Hıdiv kitaplığından
nakledilen bir koleksiyon içinde olduğu bildirilmektedir. (23)
3. HACI BAYRAM’IN ANKARA’DAKİ
FAALİYETLERİ
Bir coğrafyanın, şehrin veya yerleşim yerinin mensup olduğu kültür ve medeniyeti gösteren önemli işaretlerden biri adıdır. Ankara adı (Ankyra, Ancyre, Ankras, Angara, Angora, Engürü, Engüriye) bir iki ses değişikliğiyle bu güne kadar gelmiştir. Kadim dünyanın pek çok yerinin adlandırılmasında, VII. Yüzyıldan itibaren İslâm medeniyetinin ortaya çıkmasıyla hegemonya kısmen kırılmış olsa da Batı’dan Grek-Roma, Doğu’dan Farslar binyıllardır birbirleriyle mücadele etmişlerdir. Ankara için de bu söz konusudur. Her ne kadar Frigyalılar zamanında ‘‘Ankyra’’ adının ‘‘gemi çapası’’ anlamına gelen ‘‘anker’’den türediği söylense de hemen Grek-Roma geleneği devreye girerek şehri Galatların kurduğunu ve Mısırlılarla yaptıkları deniz savaşında zafer ganimeti olarak aldıkları gemi çapasından esinlenerek şehirlerine de Ankyra adını verdiklerini ileri sürer. Fars geleneği ise bu adın üzüm manasındaki Farsça ‘‘engür’’sözcüğünden geldiğini iddia eder.(24) Bu bağlamda Müslümanlar Ankara’yı fethettikten sonra adlandırmada bazı bazı adımlar atmışlardır. Eski Müslüman coğrafyacılarda şehrin adı Ankara şeklinde geçmekle beraber kimi Müslüman müellifler buraya, kalesinin birkaç kademeli olmasından dolayı olsa gerek ‘‘Zatu’s- Selasil’’ veya ‘‘Selasil’’ demişlerdir. 13.Yüzyıl başlarında Yakut ve İbnu’l –Esir’de ‘‘Ankira’’, ‘‘Anguriya’’ ve ‘‘Engüriya’’ imlaları da görülür. Bu gelişme Türklerin dilinde Fars kaynaklı Engürü şeklini almıştır. Selçuklular döneminde kalın surlarla çevrili olması ve askerî öneminden dolayı Daru’l-hısn adıyla da anılan Ankara’nın bir diğer ünvanı Darü’l- celal idi.(25)
Danişmendnâme’de (11. Yüzyıl) ve Battal Gazi Destanı’nda (12. Yüzyıl) Ankara
Mamuriye, Engüri ve Engüriyye adları ile de anılmıştır. Osmanlı’nın Ankara’nın
adını, bir peygamber soyuna, Hz. Nuh’a bağlayan resmi duruşu ise: ‘‘Ankara şehrinin kadîm adında tarihçilerin
görüşleri muhtelif olup bazıları, Amâriya, bazıları Amâriyye, bazıları Angara,
Engüriye ve Kala’a-i selâsil ve bazıları dahi Amûdiye olmak üzere görüşler
ileri sürmüşlerse de Ravzatu’l- Ahbab’ın muhtevasını içeren Kâmus söz konusu
şehri kadim adını Amûr adındaki zâta nispetle Amûriye olmak üzere tetkik
etmiştir ki bu Amûr’un nesep zinciri dokuzuncu nesilde Hz. Nuh’un oğlu Sam’a
ulaşır. Amûr’a nisbeti söz konusu şehrin kıdemine delalet eder.’’(26) Anadolu’nun en kadim yerleşim yeri ve şehirlerinden olan Ankara’nın,
kuruluşunan 14. Yüzyıla kadar Romalılaşma, Bizanslaşma, İslamlaşma-Türkleşme
gibi geçirdiği dönüşümler siyasi ve kültürel yapısı yanında sosyo-ekonomik
yapısını ve kentleşmesini önemli ölçüde etkilemiş ve değiştirmiştir. (27) Ankara’da son ikamet ettiği günlerde Sultan Murat, Hacı Bayram Velî’nin
müridlerine vergiden muaf olma imkanı tanımıştır. Vergiden kurtulmak isteyen
herkes Hacı Bayram’ın etrafına toplanmış ve ona mürid olmuştur. Anladığımız
kadarıyla bu halin bir müddet sonra hazine gelirlerini önemli ölçüde azalmasına
sebep olduğundan padişahın dikkatini çekip Hacı Bayram’a bir mektup yazmasıyla
sonlanmıştır. Mektupta sultan, Hacı Bayram’a: ‘‘Ekser-i nâs, suretlerini cenâb-ı şerifinizin dervîşânı ziyyine münselik etmişlerdir; ne kadar
dervişânınız var ise i’lam buyurasınız ki ona göre amel oluna’’ diye
intisap edenlerin sayısı sorulur. Hacı Bayram’da ‘‘Bizden biat eyleyen fukaraya ziyafetimiz vardır.’’ Diyerek
müridlerini davet eder. Müridleri Hacı Bayram’ın bulunduğu çadırın etrafında
toplanır. Hacı Bayram eline keskin bir kılıç alarak çadırın önünde toplanan
kalabalığa ‘‘dervişler bana iradet
getürenleri bugün fi-sebilillah kurban eylesem gerekdür.’’ der. Hacı
Bayram’ın bu davetini biri kadın biri erkek olmak üzere iki müridi kabul eder.
İki derviş çadıra girdikten sonra Hacı Bayram çadırda hazır bulunan koyunu
kurban eder ve kanları çadırdan dışarı çıkar. Dışarı çıkan kan, müridleri
korkutur. Çadırın çevresinde hiç kimse kalmaz. Bu olaydan sonra Hacı Bayram-ı
Velî, sultan Murat’a mektup yazarak, ‘‘hâlâ
bir buçuk dervişim vardır, gayri yoktur.’’ der. Hacı Bayram-ı Veli’nin
Sultan 2. Murad’ın davetine icabetin haricinde iki kere daha Edirne’ye gittiği
söylenmektedir. Kaynaklar ikinci gidişin 2. Murad’ın yaptırdığı Ulu köprünün
temel atma töreninde hazır bulunup dua etme münasebetiyle olduğunu kaydederler.
Üçüncü gidiş ise vefatından kısa süre öncedir. Emir Sultan’ın hastalığı
ağırlaşıp ölümü yaklaştığı zaman Hacı Bayram’a bildirilir. O da hemen Bursa’ya
giderek üzerine düşen vazifeyi yerine getirir. Emir Sultan’ın namazını
kıldırır. Bu üzücü olaydan sonra Bursa’da kalan Hacı Bayram oradan da Edirne’ye
geçer.(28)
Şeyh Hamid ve Hacı Bayram-ı Veli
arasında geçen bahsettiğimiz bu önemli ilişkide göze çarpan bazı noktaları
yinelemek isterim ki öncelikle, Şeyh Hamid, Moğol sonrası İran'da önemli bir
diriliş süreci yaşayan Farisi-Arap İslam geleneğini Anadolu'ya taşıyan önemli
bir kimliktir. Bu diriliş, İslam'ın zahiri ve batıni boyutları üzerine, ilim
adamlarının ilgisini çekerek, geniş bir anlayışın oluşmasına olanak sağlar.
İkincisi, o geleneğin içinden, Şeyh Hamid'in taktim ettiği örneğin Melamilik,
Ekberilik ve Ahilerin tasavvufi çalışma ahlakı gibi mefhumlar Anadolu
tasavvufunun dayanak noktası haline gelmiştir. Son olarak, bu mefhumlar hâkim
olan Sünni İslam ile uzlaştırılmış, böylece de Osmanlı Devleti'nin dini
yörüngesi ile aynı doğrultuya getirilmiştir.
Üst kısımda bahsettiğimiz bütün bu
bilgiler neticesinde Hacı Bayram-ı Veli’nin, Ankara’nın toplumsal yapısının
belirlenmesinden tutunuz, Ankara’nın fikrî, idarî hayatını ve sosyal yapısını
belirlemede büyük bir rolü olduğunu anlıyoruz. Hacı Bayram-ı Veli’nin yaşadığı
coğrafyada olan etkisinin yanında içinde bulunduğu Osmanlı Devleti’nin
yöneticilerini de etkilediği görülmektedir. Yetiştirdiği talebeleri de kendisi
gibi devlet ricalinin her daim yakınlarında olmuştur. Yaşadığı toplumun birlik
ve beraberlik içerisinde yaşamasını hep istemiş ve bütünleştirici rolde olarak
her daim toplumun içinde yerini almıştır. Somuncu Baba ile tanıştıktan sonra
ise daha farklı bir kimliğe bürünen Hacı Bayram, Tasavvufî hayatına başlamış ve
kurduğu Bayramîlik Tarikatı yüzyıllarca etkisini sürdürüp günümüze kadar ayakta
kalabilmiştir. Somuncu Baba müderris Numan’ı etkisi altına almış ve onu Hacı
Bayram-ı Velî olma noktasına taşımıştır. Hacı Bayram-ı Velî, tıpkı üstadı gibi
ilmini hayra kullanmış ve talebelerine aktarmıştır. Akşemseddin gibi isimlerin
hocalığını yapmış vefatından sonra bile kendi fikirleri, talebelerinin yüksek
mercilere gelmesi dolayısıyla devlet ricalini ve toplumu etkilemiştir.
KAYNAKÇA
Altınok,
Baki Yaşa, Hacı Bayram Veli Bayrâmilik
Melamiler ve Melamilik, Oba Yayınevi, Ankara 1995.
Aynî,
Mehmet Ali, Hacı Bayram-ı Veli,
İstanbul 1986.
Bayramoğlu,
Fuat, Hacı Bayram-ı Veli
Yaşamı-Soyu-vakfı, TTK Yayınları, Ankara 1989.
Dündar,
Mahmut, Hacı Bayramı Veli’nin Tasavvufî
Anlayışı, Ankara Kalem Neşriyat, Ankara 2017.
Erşahin,
Seyfettin, Ankara: Hacı Bayram’ı
Yetiştiren Şehir, Anıl Matbaacılık, Ankara 2016.
İpşirli,
Mehmet DİA, c.3, s.123.
Mehmet
Mecdî Efendi (Edirneli), Terceme-i
Şakâyıku’n- Nu’maniyye
Müjgan,
Cumhur, "Hamidüddin Aksarayi"
maddesi, Türk Ansiklopedisi, XVIII.
Shiraz Sheikh, Hacı
Bayram-ı Veli ve Şeyh Hamid-i Aksayî Arasındaki İlişki, Ankara 2012.
Turan, Fatma Ahsen, Ankara İle Bütünleşen Bir Mana Önderi Hacı Bayram-ı Veli, Akçağ
Yayınevi, Ankara 2004.
Turan,
Fatma Ahsen, Horasan’ı Anadolu’ya,
Anadolu’yu Balkanlara Bağlayan Manâ Önderi Hacı Bayram-ı Veli, Semih Ofset
Matbaacılık, Ankara.
Turyan,
Hasan, Bursa Evliyaları ve Tarihi
Eserleri
Özdemir, Rıfat, Ankara, DİA, c.3, s. 206.
Ulu,
Mahmut, Somuncu Baba Şeyh Hamid-i Veli
Hayatı ve Eserleri, Kültür Yayınları, Aksaray, 2014.
Uzunçarşılı,
İ. Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye
Teşkilatı.
Vassâf,
Hüseyin, Sefine-i Evliya, Süleymaniye
Yazma Bağışlar, no: 2305-2309.
(1) Fatma Ahsen TURAN, Ankara İle Bütünleşen Bir Mana Önderi Hacı
Bayram-ı Veli, Akçağ Yayınevi, Ankara 2004, s. 15.
(2) Fatma Ahsen TURAN, Horasan’ı Anadolu’ya, Anadolu’yu Balkanlara
Bağlayan Manâ Önderi Hacı Bayram-ı Veli,
Semih Ofset Matbaacılık, Ankara, s.131.
(3) Fatma Ahsen TURAN, Ankara İle Bütünleşen Bir Mana Önderi Hacı
Bayram-ı Veli, Akçağ Yayınevi, Ankara 2004, s. 15.
(4) Fatma Ahsen TURAN, Ankara İle Bütünleşen Bir Mana Önderi Hacı
Bayram-ı Veli, Akçağ Yayınevi, Ankara 2004, s. 15.
(5) Mehmet Ali Aynî, Hacı Bayram-ı Veli, İstanbul 1986, s.65.
(6) Baki Yaşa ALTINOK, Hacı Bayram Veli Bayramîlik Melamiler ve
Melamilik, Oba Yayınevi, Ankara 1995, s.7.
(7) Fuat BAYRAMOĞLU, Hacı Bayram-ı Veli Yaşamı-Soyu-vakfı,
TTK Yayınları, Ankara 1989, c.1 s.14-15.
(8) Edirneli Mehmet Mecdî Efendi, a.g.e. , s.77.
(9) Mehmet Ali Aynî, Hacı Bayram-ı Veli, İstanbul 1343/1924,
s.50: Mehmet Mecdî Efendi (Edirneli) , Terceme-i
Şakâyıku’n- Nu’maniyye ( taşbasması), İstanbul 1269, s.77. : Hüseyin
Vassâf, Sefine-i Evliya, Süleymaniye
Yazma Bağışlar, no: 2305-2309, c.2, s.256.
(10) Hüseyin Vassâf, a.g.e. , s.256.
(11) Mehmet Ali Aynî, a.g.e. , s. 70.
(12) Mehmet Ali Aynî, Hacı Bayram-ı Veli, İstanbul 1986, s. 151-152.
(13) Dr. Shiraz Sheikh, Hacı Bayram-ı Veli ve Şeyh Hamid-i Aksayî
Arasındaki İlişki, Ankara 2012, s.3.
(14) Fatma Ahsen TURAN, Horasan’ı Anadolu’ya, Anadolu’yu Balkanlara
Bağlayan Manâ Önderi Hacı Bayram-ı Veli,
Semih Ofset Matbaacılık, Ankara, s.152-153.
(15) Fatma Ahsen TURAN, Ankara İle Bütünleşen Bir Mana Önderi Hacı
Bayram-ı Veli, Akçağ Yayınevi, Ankara 2004, s. 26.
(16) Fatma Ahsen TURAN, Horasan’ı Anadolu’ya, Anadolu’yu Balkanlara
Bağlayan Manâ Önderi Hacı Bayram-ı Veli,
Semih Ofset Matbaacılık, Ankara, s. 173-174.
(17) Mahmut DÜNDAR, Hacı Bayramı Veli’nin Tasavvufî Anlayışı,
Ankara Kalem Neşriyat, Ankara 2017 s.87-88.
(18) Fatma
Ahsen TURAN, Horasan’ı Anadolu’ya,
Anadolu’yu Balkanlara Bağlayan Manâ Önderi Hacı Bayram-ı Veli, Semih Ofset Matbaacılık, Ankara, s.
158-160.
(19) TURAN, a.g.e. , s. 170.
(20) Mahmut ULU, Somuncu Baba Şeyh Hamid-i Veli Hayatı ve Eserleri, Kültür
Yayınları, Aksaray, 2014, s.17.
(21) ULU, a.g.e. , s. 18-19.
(22) Haşim ŞAHİN, ‘‘Somuncu Baba’’, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 37. , s.
377-378.
(23) Cumhur MÜJGAN, "Hamidüddin
Aksarayi" maddesi, Türk Ansiklopedisi, XVIII, 446.
(24) Seyfettin ERŞAHİN, Ankara: Hacı Bayram’ı Yetiştiren Şehir,
Anıl Matbaacılık, Ankara 2016, s. 16-17.
(25) Mehmet İPŞİRLİ, DİA, c.3, s.123; Rıfat ÖZDEMİR, Ankara, DİA, c.3, s. 206.
(26) ERŞAHİN, a.g.e. , s. 17.
(27) ERŞAHİN, a.g.e. , s. 14.
(28) Fatma Ahsen TURAN, Ankara İle Bütünleşen Bir Mana Önderi Hacı Bayram-ı Veli, Akçağ
Yayınevi, Ankara 2004, s. 44,45.
إرسال تعليق